🥅 11 Yüzyılda Yapılan Türk Eserleri

Gubbioiklim değişikliğinin etkilerinin araştırıldığı tek yer değil. İklimsel dalgalanmalar, özellikle Girit’de bulunan, Cenevizlilerin inşa ettiği Koules kalesi gibi deniz kenarındaki tarihi eserleri de etkiliyor. 16. yüzyılda inşa edilen kalenin duvarları düzenli olarak vuran dalgalar sebebiyle aşınıyor. İklim Ellerive ayaklarıda iri yapılıydır. Türklere musallat olan canavarı öldürür. ☆Tüm Türkleri tek çatı atltında topluyor. (Tarihteki Metehan olarak tahmin ediliyor) Sonra da devleti oğulları arasında bölüştürüyor. Atilla: Hükümdar Atilla'nın Roma ve Almanya ile yaptığı savaşları ve hayatını anlatır. yüzyılda minaresi hariç olmak üzere tümüyle yenilenmiştir (Foto. 2). Mevcut yapı 15,98 x 11,22 m. boyutlarında olup, derinlemesine dikdörtgen planlıdır. Bugünkü haliyle, ahşap tavanlı ve kırma çatılı bir geç devir eseri görünümündedir. bulunup Türk ve ŞemseddinSami’nin ‘Talat ile Fitnat’ın Aşkı’ adlı eseri, ana-babasının zorlamaları sonucu istemediği biriyle evlendirilen ve sonunda kendini öldüren genç bir kızı anlatıyordu. Sonra Ahmet Midhat Efendi’ler, Recaizade Mahmut Ekrem’ler geldi. Türk edebiyatı akımlardan etkilendi ve yazıldığı döneme ışık tutan eserler üretildi. Minyatür ışık gölge ve perspektif olmaksızın yapılan canlı resim ve portre sanatı ’dır. Bunları yapan sanatçılara da “ nakkaş ” veya “ müsavvir ” denilir. Geleneksel Türk Sanatlarından Minyatür Sanatı’nda konular; kalabalık savaş ve av sahneleri, tarihi UşakMilletvekili Özkan Yalım'ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması. 114-. 852-. Ham Tutanak. AK Parti. 2. 32. 14/12/2018. Hızlı tren kazasında hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet dilediğine ve kazayla ilgili suçlu her kimse gereğinin yapılacağına ilişkin açıklaması. SakaryaSavaşı'ndan sonra başlayan ve 30 Ağustos 1922 zaferiyle sonuçlanan askeri başarılar, sömürgecileri Türk Devleti ile 11 Ekim 1922 Mudanya Ateşkesi'ni imzalamaya zorlamıştır. Yapılan ateşkes gereği 22 Ekim 1922'de Yunan askerleri Lüleburgaz'dan çekilmişler ve kentimiz Fransız askeri birliklerine teslim edilmiştir. 10 Troya Eserleri. Tarihin en önemli arkeolojik buluntuları arasında sayılan Troya eserleri, Çanakkale 'deki antik kentte Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından gün ışığına çıkarıldı. MÖ 2300-2800 yılları arasına ait tarihi hazinenin, Schliemann ve eşi tarafından 1871-1890 yılları arasında yurt dışına Budevre kadar başta Athena ve Apollon olmak üzere Afrodit, Ares, Asklepios ,Hegeia, Kharitler, Demeter, Dionisos, Hermes gibi birçok tanrıya inanıp tapan Side'liler İ.S. 4.yy'da hristiyanlaşmaya başlamışlardır. Side, İ.S. V. yy'da Pamfilya Metropolisi ( Piskoposluk Merkezi ) olunca, 5. ve 6. yy'da en parlak devrini yaşamıştır. XHrE. TÜRK VE İSLAM ESERLERİ MÜZESİ Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, Türk ve İslâm sanatı eserlerini topluca kapsayan ilk Türk müzesidir. 19. yüzyılın sonunda başlayan kuruluş çalışmaları, 1913 yılında tamamlanmış ve müze, Mimar Sinan`ın en önemli yapılarından biri olan Süleymaniye Camii külliyesi içinde yer alan imaret binasında 1914`de “Evkaf-ı İslâmiye Müzesi” İslâm Vakıfları Müzesi adı ile ziyarete açılmıştır. Cumhuriyet`in ilanından sonra ise “Türk ve İslâm Eserleri Müzesi” adını almıştır. Müze, Süleymaniye imaret binasından 1983 yılında, bugün içinde bulunduğu İbrahim Paşa Sarayı`na taşınmıştır. 16. yüzyıl Osmanlı sivil mimarî örneklerinin en önemlilerinden olan İbrahim Paşa Sarayı, Roma Dönemine uzanan tarihî hipodromun kademeleri üzerinde yükselir. Kesin yapılış tarihi ve nedeni bilinmeyen bu bina, 1520`de Kanuni Sultan Süleyman tarafından kendisine 13 yıl sadrazamlık yapan İbrahim Paşa`ya hediye edilmiştir. Dört büyük iç avlu çevresinde yer alan saray, çoğu ahşap olan Osmanlı sivil yapılarının aksine, taştan yapılmış olması nedeniyle, yüzyılımıza tümüyle ulaşabilmiştir ve 1966-1983 yılları arasında onarılarak, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi`nin yeni binası olarak bir anlamda yeniden doğmuştur. Bugün müze olarak kullanılan bölüm, sarayın tüm Osmanlı minyatürlerinde ve Batılı sanatçıların gravür ve tablolarında karşımıza çıkan büyük merasim salonu ve onu çevreleyen bölüm ile 2. avlusudur. Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, 1984 yılında Avrupa Konseyi Yılın Müzesi Yarışması Jüri Özel Ödülü`nü, 1985 yılında da Avrupa Konseyi-Unesco tarafından çocuklara kültür mirasını sevdirme konusundaki çalışmalarından ötürü verilen ödülü dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, kırk bin eseri aşan koleksiyonu ile, İslâm sanatının hemen her döneminden ve her türünden seçkin eserlere sahiptir. Odalar ve salonlarda İslam dünyasının değişik ülkelerinde meydana getirilmiş nadir sanat eserleri sergilenmektedir. Halı Bölümü Halı sanatının dünyadaki en zengin koleksiyonunu oluşturan halı bölümü ayrı bir önem taşımış ve müzenin uzun yıllar bir “Halı Müzesi” olarak ünlenmesine neden olmuştur. Müze, yalnızca Türkiye`nin değil, dünyanın en zengin halı koleksiyonuna sahiptir. Ender Selçuklu halılarının yanı sıra, 15. yüzyıla ait seccade ve hayvan figürlü halılar, yüzyıllar arasında Anadolu`da üretilen ve Batı`da “Holbein Halısı” olarak anılan geometrik desenli ya da kûfî yazıdan esinlenen halılar bu bölümün en değerli parçalarını ve Kafkas halıları, ünlü Uşak ve saray halı örnekleriyle zenginleşen Türk ve İslâm Eserleri Müzesi halı koleksiyonu bugün dünyada halı sanatı üzerine ciddi bir inceleme yapmak isteyenlerin başvurmaları gereken bir kaynaktır. El Yazmaları ve Hat Sanatı Bölümü yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan Türk ve İslâm Eserleri Müzesi yazma koleksiyonunun büyük bir bölümünü oluşturan Kur`an-ı Kerim`ler Müslümanlığın yayıldığı geniş coğrafi bölgelerden gelmektedir. Emevî, Abbasî, Mısır ve Suriye Tulunoğulları, Fatımî, Eyyubî, Memlûk, Moğol, Türkmen, Selçuk, Timurî, Safevî, Kaçar ve Anadolu Beylikleri ile Osmanlı hat sanatının yaratılarının bir arada izlenebildiği ender koleksiyonlardandır. Elyazmaları arasında, Kur’anların dışında, çeşitli konularda yazılmış bazıları resimli kitaplar, gerek konuları, gerek yazı stilleri, gerek ciltleri bakımından ilgi çekicidir. Osmanlı sultanlarının tuğralarını taşıyan fermanlar, beratlar, her biri bir sanat eseri niteliğindeki tuğralar, Türk ve İran minyatürlü yazmaları, divanlar Türk ve İslâm Eserleri Müzesi`ni, bu alanda da, dünyanın önemli müzelerinden biri durumuna getirmektedir. Ahşap Eserler Bölümü Bu koleksiyonun en önemli parçalarını yüzyıl Anadolu ahşap sanatının örnekleri oluşturmaktadır. Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminden kalan ender parçaların yanı sıra, Osmanlı Döneminin sedef, fildişi, bağa işlemeli ahşap eserleri, kakma sanatının eşsiz örnekleri, Kur`an cüzü muhafazaları, rahleler, çekmeceler bu zengin koleksiyonun ilgi çekici Sanatı Bölümü Emevî, Abbasî, Memlûk, Selçuklu, Osmanlı dönemlerine ait, kimi motifli kimi figürlü, ama hemen hepsi yazılı taş eserler Türk ve İslâm Eserleri Müzesi`nde bir araya getirilmiştir. Selçuklu Dönemi taş sanatının ender ve seçkin örnekleri, av sahneleriyle, sfenks, griphon, ejder gibi masal yaratıklarının yer aldığı figürlü mezar taşları, kûfî yazılı erken dönem taş eserler, Osmanlı hat sanatının bir uzantısı olan değişik üsluplarda yazılmış kitabeler gerek nitelik, gerek nicelik açısından önemlidir. Keramik ve Cam Bölümü 1908-14 yılları arasında yapılan kazılarda bulunmuş keramik eserlerin ağır bastığı bu koleksiyonda Samarra, Rakka, Tel Halep, Keşan kaynaklı olanlar başta Erken-İslâm Dönemi keramik sanatının aşamalarını Türk ve İslâm Eserleri Müzesi koleksiyonunda izlemek mümkündür. Anadolu Selçuklu ve Beylikler Dönemine ait, mozaik, mihrap ve duvar çinisi örnekleri ile Konya Kılıçaslan Sarayı alçı süslemeleri koleksiyonun bir başka önemli bölümünü oluşturmaktadır. Osmanlı çini ve keramik sanatı örnekleri, yakın dönem Kütahya ve Çanakkale seramikleri ile noktalanmaktadır. koleksiyonu ise, 9. yüzyıl İslâm cam sanatı örnekleriyle başlayıp, 15. yüzyıl Memlûk kandillerini, Osmanlı Dönemi cam sanatı örneklerini kapsamaktadır. Maden Sanatı Bölümü Büyük Selçuklu İmparatorluğu dönemine ait, tarihli ender örnekler Anadolu Selçuklu döneminden havan, buhurdan, ibrik, ayna, dirhemlerle başlayan Türk ve İslâm Eserleri Müzesi Maden Sanatı Koleksiyonu, Cizre Ulu Camii kapı tokmakları ve İslâm maden sanatı alanında önemli bir yeri olan burç ve gezegen sembolleriyle bezeli figürlü 14. yüzyıl şamdanlarıyla önemli bir koleksiyon başlayıp, 19. yüzyıla ulaşan Osmanlı maden sanatı örnekleri arasında ise gümüş, pirinç, tombak, murassa değerli taşlarla süslü sorguç, kandil, gülabdan, buhurdan, leğen ve ibrikler yer almaktadır. Etnografya Bölümü Uzun yıllar boyunca toplanan etnografik parçalar, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi`nin İbrahim Paşa Sarayı`na nakliyle sergilenme olanağını bulmuştur. Müzenin en genç bölümü olan bu koleksiyonda, Anadolu`nun çeşitli bölgelerinden toplanmış halı-kilim tezgâhları, dokumalar, yün boyama teknikleri, halk dokuma ve işleme sanatı örnekleri, yöresel zenginlikleri içinde kostümler, ev eşyaları, el sanatları, el sanatı aygıtları, göçer çadırları kendilerine özgü mekânlar içinde sergilenmektedir. Ayrıca Müzede Mukaddes Emanetler Bölümü de yer almaktadır. MÜZE ZİYARET BİLGİLERİ Türk ve İslam Eserleri Müzesi ziyaret saatleri Yaz Dönemi 1 Nisan ile 1 Ekim arası sabah 0900 ile akşam 1900 saatleri arasındadır. Kış Dönemi 1 Ekim ile 1 Nisan arası sabah 0900 ile akşam 1700 saatleri arasında ziyaret edilebilir. Müze Tatil Günleri Pazartesi Bilet gişesi, müze kapanışından yarım saat önce satışı durdurmaktadır. MÜZE ULAŞIM BİLGİLERİ Adres At Meydanı Sok. No46 İbrahim Paşa Sarayı Sultanahmet/ İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne ulaşmak için kullanabileceğiniz toplu taşıma araçları ise şunlardır Otobüs kullanarak gitmek için Çatladıkapı Otobüs Durağındainmeniz gerekmektedir. Duraktan müzeye kadar yürümeniz gereken ortalama mesafe 450 – 500 metredir. Bir başka alternatif ise tramvay hattını kullanmaktır. Sultanahmet Tramvay DurağındaT1 Bağcılar-Kabataş indikten sonra müzeye varmak için yürümeniz gereken mesafe ortalama 200 – 250 metredir. Müze Giriş Ücreti 42 TL’dir. Telefon 0212 518 1805 Web E Posta tiem MÜZE GEZİSİ ÖNCESİNDE UYGULANACAK ETKİNLİK ~1~ Müze gezisini gerçekleştirmeden önce sınıfa kazanımınıza uygun olan yazılı kanıtları getirerek öğrencilere bu kanıtlar hakkında sorular yöneltiniz. Böylelikle öğrencilerin kazanımda yer alan kavramlar ve müze hakkında bilgi sahibi olmasını sağlayabilirsiniz. Kanıt 1 Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nin ilk koleksiyonunda halı, şamdan, kandil, el yazmaları ve levhalar, ahşap rahle, kapı, pencere kanatları ve çini eserler bulunmaktaydı. Müzenin koleksiyonları içinde halıların ayrı bir yeri vardır. Bunların dışında müzenin diğer önemli zenginlikteki koleksiyonu erken İslâmî dönemden başlayıp XIX. yüzyıla uzanan, İslâm yazı sanatının en önemli hattatlarının eserlerinin bulunduğu el yazmalarıdır. Erken İslâm sanatına ilişkin çok önemli bulgular veren ve I. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı toprağı olan bölgelerde, Abbâsî Halifesi Mutasım’ın başşehri Sâmerrâ ve Emevî Devleti’nin önemli merkezi Rakka’da yapılan arkeolojik kazılardan gelen eserler de koleksiyonun değerli bir bölümünü oluşturmaktadır. XII-XVIII. yüzyıllara ait Selçuklu, İlhanlı, Timurlu, Osmanlı ve Safevî maden, ahşap ve taş eserleri, Konya Kılıç Arslan Sarayı gibi artık mevcut olmayan yapılara ait alçı kabartmalar müzenin diğer zenginlik kaynaklarıdır. Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, bugün eseri aşan koleksiyonları ile İslâm sanatının hemen her döneminden ve her türünden seçkin eserlere sahiptir ve Türk ve İslâm sanatı uzman ve meraklıları için vazgeçilmez bir kaynaktır. Müzenin yeni oluşturulan Etnografya Bölümü’nde halı ve kilim tezgâhları, dokuma ve yün boyama teknikleri, değişik bölgelerden derlenmiş malzeme Türk halk yaşamından kesitler sunulmaktadır. Nazan Ölçer, “Türk ve İslam Eserleri Müzesi”, TDV İslam Ansiklopedisi Kanıt Sorgulama 1 Kanıtta verilen bilgilere göre Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin koleksiyonunda ne tür eserler bulunmaktadır? 2 Sizce Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin kurulmasının tarihimiz açısından önemi nelerdir? Kanıt 2 Kahvehane “kahve evi” anlamını taşımakta ve ilk ortaya çıktığı zamandan itibaren sosyal ilişkileri şekillendiren ve toplumsal dönüşümleri yansıtan kamusal bir mekan olmuştur. Kahvehaneler 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kentsel ve toplumsal yapı üzerinde, hayat tarzının belirleyici ögelerinden biri olmaya başlayarak zamanla mahallelerin biçimlenişinde etkin bir rolü olmuştur. Halkın içe dönük mahalle hayatı kahvehanelerle beraber dışa dönük bir yaşam tarzına dönüşmüştür. Kahvehaneler mahalle, esnaf, yeniçeri, tulumbacı, aşık, meddah kahvehaneleri olarak çeşitlenmiştir. “Kahve Kültürü ve Kahvehaneler” adlı pano yazısı/Türk ve İslam Eserleri Müzesi Etnografya Salonu Kanıt Sorgulama 1Kahvehane ne anlama gelmektedir ve Osmanlı’da kahvehanelerin işlevleri nelerdir? 3 Kahve kültürü Osmanlı sosyal hayatında ne gibi değişiklikler meydana getirmiştir? Kanıt 3 Çini sanatı Osmanlılarda, başlangıcından itibaren çeşitli tekniklerin uygulanması ile büyük bir ilerleme ve zenginlik göstermiştir. Bursa Yeşil Cami ve Külliyesi’nin 1419-1422 çini süslemelerinden bir detay Bursari, ilk dönem Osmanlı sanatında çininin ulaştığı düzeyi sergiler. Edirne Murâdiye Camii’nin 1436 çinileri, ilk dönem Osmanlı çini sanatının gelişimini sergiler. İstanbul Süleymaniye Camii 1550-1557 mihrap duvarı, kırmızı rengin ilk defa kullanıldığı, bahar dalları ve diplerinden fışkıran lâle, karanfil gibi natüralist çiçeklerin yer aldığı çinileriyle yeni üslûbu açıkça ortaya koyar. İstanbul Sultan Ahmed Camii’nin 1609-1617 çinileri, Türk çini sanatının en parlak dönemine ait örneklerin toplandığı son büyük yapıdır. Topkapı Sarayı’nın çinileri, Osmanlı çini sanatının bütün dönemlerini toplu olarak gözler önüne serer. Fâtih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan, şimdi Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nün bahçesinde kalan Çinili Köşk 1472, mozaik çini sanatının ilk Osmanlı dönemindeki üslûp gelişimini yeni kompozisyon ve renklerle ortaya koyan abidevi bir yapıdır. Şerare Yetkin, “Çini”, TDV İslam Ansiklopedisi Kanıt 4 XVI. yüzyılın ikinci yarısından sonra çinide bütün tekniklerin terkedildiği ve yalnızca “sır altı” diye adlandırılan tekniğin kullanıldığı görülür. Çini sanatında, XVII. yüzyılın ilk yarısından itibaren teknik açıdan bir duraklama ve gerileme başlar. Mercan kırmızısı kahverengiye dönüşür, öteki renkler solar, sır altında akmalar görülür. Sır parlaklığını yitirir, çatlaklar belirir, beyaz zemin ise kirli ve benekli bir görünüm kazanır. Desenler bir süre daha eski güçlerini korumakla birlikte gittikçe inceliklerini yitirir ve donuklaşırlar. Sağlam siyah dış çizgilerin yerini ince mavi bir çizgi alır. XVII. yüzyılda İznik’in gittikçe azalan etkinliğinin yerini Kütahya almaya başlamıştır. XVIII. yüzyıl başlarında İznik çiniciliği tamamen son bulur. Sultan III. Ahmed ve Sadrazam Damad İbrâhim Paşa, Türk çini sanatını yeniden canlandırmak için girişimlerde bulunurlar ve İstanbul Tekfur Sarayı’nda, İznik’ten getirilen ustabaşı ve fırın malzemeleriyle yeni bir imalâthane kurulur. Başlangıçta İznik çinilerinin benzerleri yapılır; ancak bu deneme çok kısa sürer ve yirmi beş yıl sonra Tekfur çiniciliği de son bulur. Şerare Yetkin, “Çini”, TDV İslam Ansiklopedisi Kanıt Sorgulama Kanıt 3 ve 4’ü inceleyiniz. 1Osmanlı’da çini sanatının kullanıldığı mimari eserlere örnek veriniz. 2 Çini sanatında hangi yüzyıldan itibaren gerileme başlamıştır? 3 Türk çini sanatını yeniden canlandırma girişiminde bulunanlar kimlerdir? 4 Kanıt 3 ve 4 ten hareketle Osmanlı çini sanatının gelişimi hakkında neler söylersiniz? MÜZE GEZİSİ ÖNCESİNDE UYGULANACAK ETKİNLİK ~2~ Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne gerçekleştirilecek gezi öncesinde müzeyi tanıtıcı nitelikte olan “Türk İslam Eserleri Müzesi Belgesel Yönetmen Hikmet Yaşar Yenigün” adlı belgesel izletilecektir. Belgesel dakikadır. Belgeselde verilen bilgilere göre aşağıda verilen soruları belirtilen dakikalar arasındaki kısımlara göre cevaplandırınız. Etkinliğe başlamadan önce sunulan belgesel bölümlerini dikkatlice izleyiniz. Belgeselin başlangıcında ekranda beliren kuşların içerisinde yer alan görüntüler size Türk ve İslam Müzesi hakkında neler düşündürmüştür? dk. arası İzlediğiniz belgeselde İbrahim Paşa Sarayı hakkında hangi bilgilere yer verilmiştir? dk. arası İzlediğiniz belgesele göre Türk ve İslam Eserleri Müzesi hangi dönem ve hangi devlet eserlerine ev sahipliği yapmaktadır? dk. arası İzlediğiniz belgeselde Osmanlı hat sanatına örnek olarak verilen eserler hangileridir? Bu eserlerden hareketle Osmanlı hat sanatı ile ilgili neler söylersiniz? dk arası İzlediğiniz belgeselden hareketle müzedeki halı koleksiyonu ve hakkında bilgi veriniz. dk. arası İzlediğiniz belgeselde verilen örneklerden hareketle Osmanlı’da maden sanatı hangi nesnelerde kullanılmıştır ve Osmanlı maden sanatında hangi teknik özel bir yere sahiptir? dk. arası İzlediğiniz belgeselde Osmanlı ahşap sanatına örnek olarak verilen eserler hangileridir? Bu eserlerden hareketle Osmanlı’da estetiğe verilen önem hakkında neler söylersiniz? dk. arası İzlediğiniz belgeselde Osmanlı kuyumculuk sanatına ait hangi eserlerden bahsedilmiştir ve bu eserler müzenin hangi bölümünde sergilenmektedir? dk. arası İzlediğiniz belgesele göre Osmanlı İznik seramikleri hangi yüzyıla aittir ve Osmanlı’daki hangi sanatı yansıtmaktadır? dk. arası İzlediğiniz belgesele göre müzenin etnografya bölümünde hangi koleksiyonlar sergilenmektedir? Etkinlik için ayrılan süre 30 dakikadır. MÜZE GEZİSİ ESNASINDA UYGULANACAK ETKİNLİK ~1~ Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne gerçekleştirilecek gezi esnasında müzenin “Osmanlı Dönemi” ve “Etnografya Salonu” bölümünde sergilenen nesnelerden Ahşap, taş ve maden işlemeciliği, dokumacılık, cam ve çinicilik, hat sanatları ve kültür faaliyetleri alanlarından birilerine uygun olacak şekilde ilginizi çeken 3 tanesini seçiniz. Daha sonra seçtiğiniz objeler ile ilgili olarak aşağıda verilen soruları cevaplandırınız. Seçtiğiniz nesnelerin adlarını ve hangi döneme ait olduklarını yazınız. … Etkinlik için ayrılan süre 30 dakikadır. MÜZE GEZİSİ ESNASINDA UYGULANACAK ETKİNLİK ~2~ Müze gezisi esnasında, müzedeki kazanımınıza uygun olan eserlerle ilgili öğrencilere sorular yöneltiniz. Bunu yaparken birden çok eseri bir arada kullanilirsiniz. Kanıt 1 Hattat Sultan II. Mahmud Hattat Sultan II. Mustafa Hattat Sultan Abdülmecid Kanıt Sorgulama 1 Osmanlı padişahlarından bazılarının aynı zamanda hattat olması sizin için neyi ifade etmektedir? 2 Osmanlı padişahlarının hattat olmasından hareketle Osmanlı’da hat sanatına verilen önemi açıklayınız. Kanıt 2 Hat sanatında kullanılan araç-gereçler/ Türk-İslam Eserleri Müzesi, Fotoğraf Mevlüde Doğan Kanıt 3 Osmanlı Dönemi’ne ait bir hattat odası / Türk- İslam Eserleri Müzesi, Fotoğraf Mevlüde Doğan Kanıt Sorgulama Kanıt 2 ve 3’ü inceleyiniz. 1Hattat odasında hangi eşyalar bulunmaktadır? 2 Hat sanatında kullanılan araç-gereçler nelerdir? 3 Yukarıdaki görsellerden hareketle hat sanatı ve hattatlık hakkında neler söylersiniz? Not Diğer kanıtlar, etkinliğin tamamında mevcuttur MÜZE GEZİSİ SONRASINDA UYGULANACAK ETKİNLİK ~1~ Aşağıda verilen yönergeye uygun olarak Osmanlı coğrafyasındaki zanaat ve sanat faaliyetlerini ve bunların sosyal hayata yansımalarını ele alan bir kompozisyon yazınız. Yönerge Kompozisyonu yazarken gezdiğiniz müzeyi ve müzedeki eserleri göz önünde bulundurunuz. Kompozisyonunuzda Osmanlı coğrafyasındaki ahşap ve taş işlemeciliği, çini, dokuma ve hat sanatlarından birkaçına değininiz. Kompozisyonunuzda sanat faaliyetlerinin Osmanlı sosyal hayatında ne gibi değişimler meydana getirdiğine yer veriniz. Kompozisyonunuzun giriş, gelişme ve sonuç kısımlarından oluşmasına dikkat ediniz ve bu kısımların özelliklerine göre konuyu ele alınız. Kompozisyonun uzunluğu en az 1 A4 boyutunda olmalıdır. Kompozisyonda tarihsel bilgileri kullanabilirsiniz. Ancak bu bilgileri kısa tutunuz ve daha edebi bir dil kullanınız. Etkinlik için ayrılan süre 40 dakikadır. MÜZE GEZİSİ SONRASINDA UYGULANACAK ETKİNLİK ~2~ Aşağıda verilen yönergeye uygun olarak Osmanlı coğrafyasındaki zanaat veya sanat faaliyetlerinden Ahşap, taş ve maden işlemeciliği, dokumacılık, çinicilik, el yazması ve hat sanatı birini yansıtan bir resim çiziniz. Yönerge Not Yönerge etkinliğin tamamında mevcuttur. RUBRİKLER Müze Gezisi Öncesinde Uygulanacak Etkinlik/ Rubrik~1 1 2 3 4 5 Çini, hat, ahşap ve halı sanatı hakkında bilgi sahibi olunmuştur. Türk İslam Eserleri Müzesi hakkında bilgi sahibi olunmuştur. Türk-İslam Eserleri Müzesinde Osmanlı bölümündeki eserlerin hangi sanat dallarına ait oldukları kavranmıştır. Tarihsel kavrama, Tarihsel Analiz ve Yorum, Tarihsel Empati becerileri etkili bir şekilde kullanılmıştır. Süre etkili bir şekilde kullanılmıştır. Etkinlik sırasında kanıtlar yeterince incelenmiştir. Not Değerlendirmelerinizi 1 ile 5 puan aralığında yapınız. Müze Gezisi Esnasında Uygulanacak Etkinlik/ Rubrik~2 1 2 3 4 5 Osmanlı coğrafyasındaki zanaat, sanat ve kültür faaliyetleri ve buna bağlı olarak Osmanlı sosyal hayatında meydana gelen değişimleri analiz eder kazanımına ulaşılmıştır. Osmanlı coğrafyasındaki ahşap ve taş işlemeciliği, hat, halı ve çini sanatı hakkında yeterince bilgi sahibi olunmuştur. Tarihsel kavrama, Tarihsel Analiz ve Yorum, Tarihsel Empati, Değişim ve Sürekliliği algılama becerileri etkili bir şekilde kullanılmıştır. Müzedeki eserler yeterince tanınmış ve incelenmiştir. Süre etkili bir şekilde kullanılmıştır. Etkinlik sırasında aktif katılım sağlanmıştır. Not Değerlendirmelerinizi 1 ile 5 puan aralığında yapınız. Müze Gezisi Sonrasında Uygulanacak Etkinlik/ Rubrik~3 1 2 3 4 5 Osmanlı coğrafyasındaki zanaat, sanat ve kültür faaliyetleri ve buna bağlı olarak Osmanlı sosyal hayatında meydana gelen değişimleri analiz eder kazanımına ulaşılmıştır. Tarihsel kavrama, Tarihsel Analiz ve Yorum, Tarihsel Empati, Değişim ve Sürekliliği algılama becerileri etkili bir şekilde kullanılmıştır. Etkinlikte yönergeye uygun hareket edilmiştir. Süre etkili bir şekilde kullanılmıştır. Öğrenci tarih dersinde öğrendiği bilgileri başka bir alanda resim, kompozisyon kullanabilmiştir. Not Değerlendirmelerinizi 1 ile 5 puan aralığında yapınız. UNESCO, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’dür ve 1946 yılında kurulmuştur. Görevi örgüte üye olan ülkelerde eğitim, bilim ve kültür alanında çalışmalar yürütmektedir. Bu çalışmalar içerisinden bizim en çok duyduğumuz ülkemizde de 2014 yılı itibariyle artık 13 adet olan tarihi mirasları koruma altına alma faaliyetidir. Zaman zaman duyduğumuz gibi maalesef ülkemizdeki tarihi eserler, gelecek yıllarda yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. En önemlisi de kültürel ve doğal mirasa yönelik tahribatın sadece doğal bozulmadan kaynaklanmayıp, değişen sosyal ve ekonomik koşullar ile daha da tehlikeli boyutlara ulaşıyor olmasıdır. Tarihi değerlerimizi, yok olma riski altında olma nedenlerini ve 2014 yılında eklenen 2 yeni tarihi mirasımızı inceleyelim. 1. İstanbul’un Tarihi Alanları 1985 7. kurulan İstanbul’un, kuzeyde Haliç, doğuda İstanbul Boğazı ve güneyde Marmara Denizi ile çevrili kısmı günümüzde “Tarihi Yarımada” olarak anılmaktadır. Yüzyıllarca farklı kültürlere, uygarlıklara ve imparatorluklara başkentlik yapmış eski bir şehir dokusuna sahip olması sebebiyle UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir. Tarihi Yarımada UNESCO Dünya Miras Listesi’ne 4 ana bölüm olarak dahil edilmiştir. Bunlar, Hipodrom, Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camisi ve Topkapı Sarayı’nı içine alan Arkeolojik Park, Süleymaniye Camisi ve çevresini içine alan Süleymaniye Koruma Alanı, Zeyrek Camisi ve çevresini içine alan Zeyrek Koruma Alanı ve Tarihi Surlar Koruma Alanı’nıdır. Kaçak inşaatlar, uygulanamayan koruma projeleri, bayındırlık kapsamındaki tarihe ve kültüre saygı duymayan girişimler, trafik ve kirlilik yüzyıllardır sadece boğazın değil bağladığı kıtaların da incisi olan yarımadayı tehdit etmektedir. 2. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası Sivas 1985 Divriği ve civarında en erken yerleşim Hititler Dönemi’ne kadar uzanmaktadır. Yöre, Mengücekoğullarının yönetimi altında olduğu dönemde Ahmet Şah ve eşi Turan Melek tarafından cami ile birlikte yaptırılmıştır. İslam mimarisinin bu başyapıtı iki kubbeli türbeye sahip bir cami ve ona bitişik bir hastaneden oluşmaktadır. Yapılar, mimari özellikleri ile özgün bir başyapıt oluşunun yanı sıra, sergilediği zengin Anadolu geleneksel taş işçiliği örnekleri sebebiyle UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir. Yıllar boyunca önemli bir güvenlik önlemi alınmaması sebebiyle avize, şamdan, halı gibi taşınabilir parçaları birer birer çalınmıştır. Çatlak onarımı gibi bazı ufak tadilat işlemleri yapılmıştır, ancak kalıcı ve kapsamlı bir proje ile müdahale edilmemiştir. 3. Göreme Milli Parkı ve Kapadokya Nevşehir 1985 Kuzeyde Kızılırmak, doğuda Yeşilhisar, güneyde Hasan ve Melendiz Dağları, batıda Aksaray ve kuzeybatıda Kırşehir ile sınırlanan Kapadokya bölgesi Kalkolitik Dönemden beri devamlı yerleşim alanı olmuştur. Alanın en önemli özelliği, Erciyes Dağı ve Hasan Dağı tüflerinin, rüzgar ve su aşındırması sonucunda oluşan olağanüstü kaya şekilleri ve kışın ılık, yazın serin olan ve bu nedenle her mevsim için uygun iç iklim koşulları taşıyan kayaya oyma mekanlardır. Göreme, özellikle 7-13. yüzyıllar arasında baskılardan kaçan Hıristiyanların yerleşmesiyle Hristiyanlığın önemli bir merkezi haline gelmiştir. UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan alanlar içinde, Göreme Milli Parkı, Derinkuyu ve Kaymaklı Yeraltı Şehirleri, Karain Güvercinlikleri, Karlık Kilisesi, Yeşilöz Theodoro Kilisesi ve Soğanlı Arkeolojik Alanı yer almaktadır. 4. Hattuşaş Boğazköy – Hitit Başkenti Çorum 1986 Hattuşaş Çorum, Boğazköy, Hitit İmparatorluğunun başkenti olarak Anadolu’da yüzyıllar boyu çok önemli bir merkez olmuştur. 1700’lerde Kuşşara şehrinin kralı Anitta tarafından alınan Hattuşaş, yine Anitta tarafından yıkılmıştır. Yazılı kayıtlarda Anitta ilk Hitit kralıdır. Yaklaşık yüzyıl kadar sonra şehir, I. Hattuşili tarafından tekrar kurularak 400 yıldan uzun bir süre hüküm sürecek olan bir uygarlığın başkenti haline getirilmiştir. Yapılan kazılarda 5 farklı kültür katmanı ortaya çıkmıştır. Bu katmanlarda Hatti, Asur, Hitit, Frig, Galat, Roma ve Bizans dönemlerine ait kalıntılar bulunmuştur. Günümüzde görülebilen ve büyük çoğunluğu Büyük Kral IV. Tudhaliya dönemine ait olan kalıntılar arasında tapınaklar, kraliyet konutları ve surlar bulunmaktadır. Hitit uygarlığının başkenti olması sebebiyle UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir. 5. Nemrut Dağı Adıyaman 1987 Adıyaman’ın Kahta İlçesi’nde 2150 metre yüksekliğindeki Nemrut Dağı yamaçlarında hükümdarlık yapmış olan Kommagene Kralı I. Antiochos’un tanrılara ve atalarına minnettarlığını göstermek için yaptırdığı mezarı, anıtsal heykelleri ve benzersiz manzarası ile Helenistik Dönemin en görkemli kalıntılarından birisidir. Anıtsal heykeller doğu, batı ve kuzey teraslarına yayılmıştır. Doğu terası kutsal merkezdir ve bu nedenle en önemli heykel ve mimari kalıntılar burada bulunmaktadır. Yunan ve Pers kültürüne ait eşi bulunmaz heykellerdir. İnsanoğlunun kültürel – tarihsel sürecine ve yaratıcığılına tanıklık eden özgün bir başyapıt niteliğinde olması sebebiyle UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir. Doğa şartlarına iki bin yıldır dayanan 8-10 meterlik heykellerde artık çatlaklar ve ayrılmalar oluşmaya başlamıştır. 6. Xanthos-Letoon Antalya – Muğla 1988 Fethiye’ye 46 km. uzaklıkta, Kınık köyü yakınlarında bulunan Xanthos, Antik Çağda Likya’nın en büyük idari merkezi idi. 545’te Perslerin egemenliğine girene kadar bağımsız olan kent, bundan yaklaşık olarak yüzyıl kadar sonra tamamıyla yanmıştır. Bu yangından sonra şehir tekrar inşa edilmiş, hatta II. Likya Birliğinin başkenti olma görevini üstlenmiştir. Xanthos’a 4 km. uzaklıkta bulunan Letoon, Antik Çağda Likya’nın dini merkezi konumundaydı. Bu kutsal alanda Leto, Apollon ve Artemis tapınakları ile birlikte, bir manastır, bir çeşme ve Roma Tiyatrosu kalıntıları bulunmaktadır. Artemis ve Apollo’nun annesi Leto’ya adanmış olan en büyük tapınak, batıda bulunan ve peripteros tarzında yapılmış Leto Tapınağıdır ve m’ye m. büyüklüğündedir. Yerleşen her uygarlığın inşa ettirdiği yapılarda Likya gelenekleri, Helenistik ve Roma dönemi etkilerini göstermesi sebebiyle bu merkezler 1988 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır. 7. Pamukkale-Hierapolis Denizli 1988 Çaldağı’nın güney eteklerinden gelen kalsiyum oksit içeren suların oluşturduğu görkemli beyaz travertenler ve geç Helenistik ve erken Hıristiyanlık dönemlerine ait kalıntılar içeren Hierapolis arkeolojik kenti, antik çağlardan bugüne kadar ulaşan en çarpıcı merkezlerden biridir. Denizli’ye 2 km. uzaklıkta bulunan bu alan, ayrıca çok çeşitli rahatsızlıklara iyi geldiğine inanılan şifalı suları ile de ünlüdür. Antik kentin II. yüzyılda Bergama krallarından II. Eumenes tarafından kurulduğu, adını ise Bergama’nın kurucusu Telephos’un eşi Heira’dan aldığı sanılmaktadır. Eski kaynaklara göre metal ve taş işlemeciliği, dokuma kumaşları ile ünlü olan kent, Büyük Konstantin döneminde Frigya bölgesinin başkentliğini yapmış, Bizans döneminde Piskoposluk merkezi olmuştur. Olağanüstü nitelikte ve güzellikteki doğal oluşumu ve kültürel-tarihsel açıdan son derece önemli ve özgün nitelikler içeren bir arkeolojik dokuya sahip olması sebebiyle alan UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer almaktadır. 8. Safranbolu Şehri Karabük 1994 Karadeniz kıyılarını, Batı, Kuzey ve Orta Anadolu’ya bağlayan yol üzerinde yer alan tarihi Safranbolu Şehri, coğrafi konumu nedeniyle çok eski devirlerden beri yerleşim görmektedir. 14. başlarından bu yana Türklerin hakimiyetinde olan Safranbolu, özellikle 18. yüzyılda Asya ve Avrupa arasındaki ticaretin önemli bir merkezi olmuştur. Türk kentsel tarihinin bozulmamış bir örneği olan bu şehir, geleneksel şehir dokusu, ahşap yığma evleri ve anıtsal yapılarıyla bütünü sit ilan edilmiş ender kentlerden biridir. İnsanoğlunun kültürel – tarihsel sürecine ve yaratıcılığına tanıklık eden özgün bir başyapıt niteliğinde olması sebebiyle UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir. 9. Truva Antik Kenti Çanakkale 1988 Truva, dünyadaki en ünlü antik kentlerden birisidir. Truva’da görülen 9 katman, kesintisiz olarak 3000 yıldan fazla bir zamanı göstermekte ve Anadolu, Ege ve Balkanların buluştuğu bu benzersiz coğrafyada yerleşmiş olan uygarlıkları izlememizi sağlamaktadır. Truva’daki en erken yerleşim katı 3000-2500 ile erken Bronz Çağı’na tarihlenmektedir, daha sonra sürekli yerleşim gören Truva katmanları 85 – 8. yüzyıla tarihlenen Roma Dönemi ile sona ermektedir. Truva, bulunduğu coğrafi konum nedeniyle burada hüküm süren uygarlıkların diğer bölgelerle ticari ve kültürel bağlantıları açısından daima çok önemli bir rol üstlenmiştir. Homeros tarafından yazılan İlyada destanında tasvir edilen Truva ile kazı bulguları arasında şaşırtıcı benzerlikler bulunmuştur. Bu durum Truva savaşlarının gerçekten yaşandığına dair bir ispat olmuştur. 10. Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi Edirne 2011 İstanbul’un fethinden önce Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olan Edirne’nin en önemli anıtsal eseri olan ve şehrin siluetini taçlandıran Selimiye Camii ve Külliyesi, 16. yy.’da Sultan II. Selim adına yaptırılmıştır. Teknik mükemmelliği, boyutları ve estetik değerleriyle döneminin ve sonraki zamanların en muhteşem eseri olan Camii ve Külliye, Osmanlı mimarlarından en önemlisi Sinan’ın Ustalık Dönemi eseri, mimarlık sanatının en görkemli örneklerinden biri ve insanın yaratıcı dehasının bir başyapıtı olarak kabul edilmesi sebebiyle UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir. İnce ve zarif 4 minareye sahip büyük kubbesiyle görkemli Camii, iç tasarımında kullanılan ve döneminin en iyi örnekleri olan taş, mermer, ahşap, sedef ve özellikle çini motifleri ve ince işçilikleri ile kubbe ve kemerlerindeki kalem işleri, mermer döşemeli avlusu ve yapıyla bağlantılı el yazması kütüphanesi, eğitim kurumları, dış avlusu ve arastası ile bir sanat türünün zirvesini temsil etmektedir. 11. Çatalhöyük Neolitik Kenti Konya 2012 İnsanlığın gelişiminde önemli bir evre olan yerleşik toplumsal hayata geçişle birlikte, tarımın başlangıcı ve avcılık gibi önemli sosyal değişim ve gelişmelere tanıklık eden Çatalhöyük Neolitik Kenti, Güney Anadolu Platosu’nda yaklaşık 14 bir alan üzerinde yer almaktadır. İki höyükten oluşan Çatalhöyük Neolitik Kenti’nin daha uzun olan Doğu Höyüğü, 7400 ve 6200 yılları arasına tarihlenen 18 Neolitik yerleşim katmanından oluşmaktadır. Söz konusu katmanlarda, yerleşik hayata geçişi ve sosyal örgütlenmeyi simgeleyen duvar resimleri, heykeller, rölyefler ve diğer sanatsal öğeler yer almaktadır. Bu özellikleriyle Çatalhöyük, aynı coğrafyada 2000 yıldan fazla bir süredir var olan köylerden kentsel hayata geçişin de önemli bir kanıtıdır. Çatalhöyük’teki içlerine çatılardan girilen birbirine bitişik evler ile sokağı olmayan yerleşim farklı bir özellik sergilemektedir. Ortadoğu ve Anadolu’da diğer Neolitik alanlar bulunmuş olmasına rağmen, Çatalhöyük Neolitik Kenti, yaşayan toplumun yoğunluğu, kalıntıların boyutu, güçlü sanatsal ve kültürel gelenekler ve zaman içindeki sürekliliğin benzersiz bileşimi ile olağanüstü evrensel değer taşımaktadır. Bu sebeple UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir. 12. Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı İzmir 2014 Helenistik, Roma, Doğu Roma ve Osmanlı Dönemlerine ait katmanları içerisinde barındıran Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı, Kibele Kutsal Alanı, Pergamon çok katmanlı kent, Tavşan Tepe, İlyas Tepe, Yığma Tepe, İkili, X Tepe, A Tepe ve Maltepe Tümülüsleri olmak üzere dokuz bileşenden oluşmaktadır. Kale Dağı’nın tepesindeki antik Pergamon yerleşimi anıtsal mimarisiyle Helenistik dönem şehir planlamacılığının en iyi örneğini temsil etmektedir. Athena Tapınağı, Trajan Tapınağı, Helenistik dönemin en dik tiyatro yapısı, kütüphane, Dionysos Tapınağı, Zeus Sunağı, Heroon, agora ve gymnasion yapıları bu planlama sisteminin ve dönem mimarisinin en seçkin örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Helenistik Bergama Krallığının başkenti olan kent, önemli bir eğitim merkeziydi. Daha sonra Roma İmparatorluğu’nun Asya Eyaleti başkenti olan Bergama, döneminin en önemli sağlık merkezlerinden Asklepion’a ev sahipliği yapmıştır. Çevresindeki kültürel peyzaj ile birlikte Helenistik ve Roma Dönemlerine ait pek çok istisnai örneği içerisinde barındıran kent, özellikle Roma ve Doğu Roma dönemlerine ait katmanlar üzerinde yayılmış olan Osmanlı dönemi mimarisine ait pek çok cami, hamam, han ve ticari merkez ile de önemini korumuştur. Saydığımız bu özellikleri sebebiyle Kültürel Peyzaj kategorisinde UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir. 13. Bursa ve Cumalıkızık Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu 2014 Dünya Miras Komitesinin 38. Dönem Toplantısında Kültürel kategoride Dünya Miras Listesine alınan “Bursa ve Cumalıkızık Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu” Dünya Miras alanı, Orhangazi Külliyesi ve çevresini içine alan Hanlar Bölgesi, Hüdavendigar I. Murad Külliyesi, Yıldırım I. Bayezid Külliyesi, Yeşil I. Mehmed Külliye, Muradiye II. Murad Külliyesi ve Cumalıkızık Köyü olmak üzere altı bileşenden oluşmaktadır. Osmanlı İmparatorluğunun ilk başkenti olarak kurulan ve külliyelerle şekillenen Bursa’nın tarih boyunca sahip olduğu önemli ticari rolü, kentteki büyük hanlar, bedesten ve çarşılarla ortaya konulmaktadır. Hanlar Bölgesi 14. yüzyıldan bu yana kent ekonomisinin kalbi olmuştur. Erken dönem Osmanlı kentine istisnai bir örnek olan Bursa’nın kentleşme modeli, daha sonra kurulan Osmanlı-Türk kentlerine örnek teşkil etmiştir. Cumalıkızık Köyü ve çevresindeki diğer vakıf köylerinin, payitaht Bursa’nın kent merkezindeki hanlar ve külliyelerle ekonomik ilişkileri, Osmanlı’nın bütün kurumlarıyla bir beylikten imparatorluk haline dönüşmesine önemli bir katkı sağlamıştır. Bursa ve Cumalıkızık bugün hala yaşayan ticari kültürü ve kente oldukça yakın kırsal yaşamın devamlılığı ile birlikte erken dönem Osmanlı yaşam şekli ve vizyonuna iyi bir örnek teşkil etmektedir. Yerleşme ve Devletleşme Sürecinde Selçuklu Türkiyesi 12,658 okunma İçindekiler1 Anadolu’da İlk Türk-İslam Mimari İlk Beylikler Dönemi Anadolu Selçukluları Dönemi Kümbetleri Anadolu’da İlk Türk-İslam Mimari Eserleri 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi sonrası Anadolu’ya yoğun olarak gelen Türkler, beraberlerinde zengin bir Türk-İslam kültürünü getirdiler. Anadolu’yu bayındır hale getirirken Türk-İslam kültürünün en güzel örnekleriyle Küçük Asya’yı mamur kıldılar. Anadolu’da yapılan bu ilk imar hareketleri 3 dönemde gerçekleşti. Bunlar; 1. Beylikler Dönemi, Türkiye Selçukluları Dönemi ve 2. Beylikler Dönemidir. Anadolu’da İlk Türk Beylikleri Dönemi Mimari Eserleri için tıklayınız. Anadolu Selçuklu Dönemi Mimari Eserleri için tıklayınız. Anadolu Selçuklu Dönemi Medreseleri için tıklayınız. Türk-İslam mimarisinin en güzel örneklerinden biri de kümbet ve türbelerdir. Silindirik, çokgen gövdeli, konik veya piramit çatılı olanlarına Kümbet, dört duvarının üzeri kubbe ile örtülü olanlarına Türbe denir. İlk Beylikler Dönemi Kümbetleri Divriği Sitte Melik – 1228 Erzurum Emir Saltuk – 12. yüzyılın sonlarında yaptırıldığı kabul edilir Kayseri Melik Danişment Gazi Erzincan – Tercan Mama Hatun kümbetleri Anadolu Selçukluları Dönemi Kümbetleri Konya II. Kılıçarslan Kümbeti Kayseri Döner Kümbet Kırşehir Cacabey Kümbeti Ahlat Ulu Kümbet Niğde Hüdavend Hatun Kümbeti Tavsiye Konular Haçlılar Karşısında Türkler Haçlı Seferleri İslam dünyasını hedef mücadeleye girişen ilk devlet, Türkiye Selçukluları olmuştur İçindekiler1 Haçlı … İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK EDEBİYATI a Sözlü Edebiyat Dönemi b Yazılı Edebiyet Dönemi İSLAMİYETİN ETKİSİNDEKİ TÜRK EDEBİYATI a Divan Edebiyatı b Halk Edebiyatı BATI EDEBİYATI ETKİSİNDEKİ TÜRK EDEBİYATI a Tanzimat Edebiyatı b Servet-i Fünun Edebiyatı c Fecr-i Âti Edebiyatı d Milli Edebiyat e Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı f 1940 Sonrası Türk Edebiyatı İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK EDEBİYATI A SÖZLÜ EDEBİYAT DÖNEMİ yüzyıla gelinceye kadar Türklerin henüz yazıyı kullanmadıkları dönemdeki edebiyattır. Bu dönem edebiyatı, sözlü olarak üretilmiş ve kulaktan kulağa yayılarak varlığını sürdürmüştür. Bu dönemde edebiyatımızı Şamanizm, Maniheizm, Budizm gibi dinler etkilemiştir. Genel özellikleri Bu dönem edebiyatı müzik eşliğinde “kopuz” adı verilen sazla dile getirilmiştir. Ölçü, ulusal ölçümüz olan “hece” ölçüsüdür. Nazım birimi “dörtlük”tür. Dönemine göre arı bir dili vardır. Dizelere genel olarak yarım uyak hakimdir. Daha çok doğa, aşk ve ölüm konuları işlenmiştir. Bu döneme yönelik elimizdeki en önemli ve eski kaynak Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügat-it Türk” adlı eseridir. Dönemin ürünleri KOŞUK “Sığır” denilen sürek avları sırasında söylenen şiirlerdir. Konusu daha çok doğa, aşk, savaş ve yiğitliktir. Bu tür daha sonra Halk edebiyatında “Koşma” adıyla anılmıştır. SAV Dönemin özlü sözleridir. Bugünkü atasözlerinin ilk biçimi niteliğindedir. SAGU “Yuğ” adı verilen ölüm törenlerinde, ölen kişilerin erdemlerini ve duyulan acıları dile getiren şiirlerdir. DESTAN Toplumu derinden etkileyen olaylar sonunda halk arasında kendiliğinden oluşan uzun nazım türüdür. DESTANLARIN ÖZELLİKLERİ Toplumun ortak görüşlerini yansıtması Olağanüstü özellikler taşıması Kişilerinin seçkin olması Kral, Han, Hakan…vb. Milli dilde söylenmiş olması Milli nazım ölçüsüyle söylenmiş olması Oldukça uzun olması Konuları bakımından savaş, deprem, yangın, mizah, ünlü kişilerin yaşamları şeklinde sıralanabilmesi TÜRK DESTANLARI Destanlarımız yazıya geçirilmedikleri için bugün bunların ancak konularını bilmekteyiz. Bunları da İran, Çin ve Arap kaynaklarından öğreniyoruz. A SAKA DEVRİ DESTANLARI Alp Er Tunga Destanı Türk-İran savaşlarında Alp Er Tunga’nın yiğitliklerini ve bu savaşları anlatır. Şu Destanı İskender’le Türkler arasındaki savaşı ve Türk hakanı Şu’nun kahramanlıklarını anlatır. B HUN DEVRİ DESTANI Oğuz Destanı, Hun hükümdarı Mete’yi ve onun yaşamını anlatır. C GÖKTÜRK DEVRİ DESTANLARI Bozkurt Destanı Göktürklerin dişi bir kurttan türeyişini anlatır. Ergenekon Destanı Bir savaşta yenilen ve Ergenekon’a açılan Türklerin orada bir demir dağı eritip intikamlarını almalarını anlatır. D UYGUR DEVRİ DESTANLARI Türeyiş Destanı Uygurların bir erkek kurttan türeyişi anlatılır. Göç Destanı Uygur Türkleri’nin anayurtlarından göçünü anlatır. NOT Destanlar oluşumları bakımından iki grupta incelenebilir. a Doğal Destanlar Halk arasında ortaya çıkan anon,im ürünlerdir. Bunlar genellikle daha sonra bir şair tarafından derlenip düzenlenmiştir. Bu türe örnek olarak şu destanları sıralayabiliriz. İliada, Odysseia Yunanlıların Homeros Kalevala Finlilerin Nibelungen Almanların Ramayana, Mahabarata Hintlilerin Cid İspanyolların Chanson de Roland Fransızların Gılgamış Sümerlerin b Yapma Suni Destanlar Bir olayın doğal destana benzetilerek bir şairce destanlaştırılmasıdır. Yapma destan örneği olarak şunları sıralayabiliriz Virgilius Aeneit Dante İlahi Komedi Tasso Kurtarılmış Kudüs Milton Kaybolmuş Kaybedilmiş Cennet Firdevsi Şehnâme B YAZILI EDEBİYAT DÖNEMİ Bu dönemi Göktürk ve Uygur dönemi eserleri olarak iki grupta inceleyebiliriz. 1 Göktürk Orhun Yazıtları VIII. yy Bunlarda Çinlilere karşı bağımsızlık savaşı yapan, Türk bütünlüğünü yeniden kurmak için içte ve dışta svaşan Göktürklerin hikayesi anlatılır. Bu abideler 38 harfli olan Göktürk alfabesiyle yazılmıştır. Bunlardan en önemli olanları üç tanedir. a Bilge Vezir Tonyukuk Yazıtı 720-725 Dört bakana vezirlik etmiş olan Tonyukuk tarafından yazılmıştır. Daha çok Çinlilerle yapılan savşlar anlatılmaktadır. b Kül Tigin Yazıtı 732 Göktürk hakanı olan Bilge Kağan kardeşi Kül Tigin’in ölümü üzerine bu abideyi dikmiştir. c Bilge Kağan Yazıtı 735 Göktürk hakanı olan Bilge Kağan’ın ölümünden sonra yazdırılmış birabidedir. Son iki yazar daha çok dönemin olaylarından , törelerinden ve Bilge Kağanın ulusuna dilediği iyi dileklerden söz eder. * “Türk” adının geçtiği ilk yazılı belge ve Türk edebiyatının ilk yazılı örnekleri olan Göktürk abidelerindeki yazılar Prof. Thomsen ve Radloff tarafından okunmuştur. 2 Uygur Dönemi Eserleri Göktürk devletinin yıkılmasından sonra kurulan Uygur hanlıklarından kalma eserlerdir. Daha çok Buddha ve Mani dininin esaslarını anlatan metinlerdir. Bunlar Turfan yöresinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Uygurların kağıda kitap basma tekniğini bildikleri anlaşılmaktadır. Dönemden kalma birçok hikayenin yanında “kökünç” denilen bir tür ilkel tiyatro eserleri de vardır. Uygurlar bu eserleri 14 harfli uyugr alfabesiyle yazmışlardır. İSLAMİYETİN ETKİSİNDEKİ TÜRK EDEBİYATI Türkler onuncu yüzyıldan itibaren kitleler halinde İslamiyeti kabul etmeye başlamışlardır. İslam kültürünün etkisiyle yavaşa yavaş yeni bir edebiyat ortaya çıkmıştır. Kendine özgü nitelikleri ve kurallarıyla “Divan Edebiyatı” adını verdiğimiz dönemin oluşumu 13.. yüzyıla kadar gelir. Daha sonra bu edebiyat anlayışı kadar etkin bir şekilde varlığını sürdürür. Diğer yandan, İslamiyetten önceki “Sözlü Edebiyat Dönemi”, İslam kültürünün etkisiyle içeriğinde küçük değişimlere uğrayarak “Halk Edebiyatı” adıyla gelişimini sürdürür. Yani, bir anlamda “Halk Edebiyatı” dediğimiz edebiyat, İslamiyetten önceki edebiyatımızın İslam uygarlığı altındaki yeni biçimlenişidir. Oysa “Divan Edebiyatı” tamamen dinin etkisiyle şekillenmiş bir edebiyattır. Türklerin Müslüman olduğunu kabul ettiğimiz Divan edebiyatının başlangıcı olarak kabul edilen 13. yüzyıl arasında İslamiyetin etkisi altında verilmiş olan, bir anlamda geçiş dönemi ürünlerimiz sayılan eserler yer almaktadır. İLK İSLAMİ ÜRÜNLER KUTADGU BİLİG Eserin adı “mutluluk veren bilgi” anlamına gelir. Yazarı, Yusuf Has Hacip’tir. Karahanlılar zamanında XI. yüzyıl-1070 yazılmış, ideal bir devlet yönetiminin nasıl olması gerektiği üzerinde durulmuştur. Esrin dilinde henüz Arapça ve Farsça etkisi yoktur. Birimi beyit, ölçüsü aruz, kalıbı fe u lün/fe u lün /fe ul’dür. Bilinen üç nüshası, bugün Fergana, Viyana ve Mısır’da bulunmaktadır. DİVAN Ü LUGAT-İT TÜRK Eserin adı, “Türk Dili’nin toplugenel Sözlüğü” anlamına gelir. Adından da anlaşılacağı gibi, eser bir sözlüktür; Araplara Türkçe’yi öğretmek amacıyla yazılmıştır. Bundan dolayı, Türkçe’nin Arapça karşısında savunulduğu bir eser olarak değerlendirilir. Eserde Türkçe sözcüklerin anlamları Arapça’yla açıklanmakta ve her maddeden sonra birtakım Türkçe metinler örnek olarak verilmektedir. Kaşgarlı Mahmut tarafından XI. yüzyılda yazılan eserin asıl önemi de, işte bu derleme Türkçe metinlerden ileri gelmektedir. Eserine bir de Türk illerinin haritasını koyan Kaşgarlı Mahmut, Türkçe sözcüklerin açıklamalarını yaparken dört yüze yakın dörtlükten oluşan şiirlerle atasözlerini sav örnek olarak verir. Divan-ı Lügat-it Türk, Türk dilinin ana eseri, Türk edebiyatının ve folklörünün bir hazinesi olarak kabul edilmektedir. Edebiyatımızda aruz ölçüsünün ilk kullanıldığı eser olarak kabul edilmektedir. Eserde adaleti, aklı, saadeti ve devleti temsil eden dört kahramanın çevresinde gelişen olaylarla yazar, devlet idaresinin ve sosyal düzenin nasıl olması gerektiğini anlatır. Hakaniye Türkçesiyle yazılmış olan eserde 7500 civarında Türkçe sözcük Arapça olarak açıklanmıştır. Ayrıca Türk boylarının dilleri ve Türk illeri hakkında bilgi verir. ATABETÜ’L-HAKAYIK 12. yüzyılda Edip Ahmet tarafından aruz ölçüsü Şehname vezni ve dörtlüklerle yazılmıştır. Eserin adı “Hakikatler Basamağı” anlamındadır. Hakaniye Türkçesiyle yazılmış olan eserde, bilginin fayydası, cehaletin zararları, cömertlik, cimrilik, iyi ve kötü huylar anlatılarak halka yararlı olmak amacı güdülmüştür. Dini-ahlaki bir eserdir. Edip Ahmet’in bu eseri yazarken Kutadgu Bilig’den etkilendiği bilinmektedir. DİVAN-I HİKMET 12. yüzylda Ahmet Yesevi tarafından dörtlüklerle ve hece ölçüsüyle yazılmış dini, tasavvufi ve öğretici bir eserdir. Dörtlüklerin her birine “hikmet” adı verilmiş ve bu hikmetler Orta Asya ve Anadolu’da yayılarak halkı derinden etkilemiştir. Yesevilik tarikatının da kurcusu olan Ahmet Yesevi daha sonra Anadolu’da kurulan pek çok tarikata kaynak olmuştur. Orta Asya ve Türk boylarının bulunduğu bölgelerde yüzyıllarca sevilerek okunan “Bakırgan Kitabı”nın yazarı olan Süleyman Ata da, Ahmet Yesevi’nin haleflerinden eseri de dini, tasavvufi ve öğretici şiirlerden oluşmaktadır. DEDE KORKUT HİKAYELERİ Oğuz Türklerinin Rum, Abaza ve Gürcülerle yaptıkları savaşlara ait destani hikayelerdir. Halk arasında söylene söylene son şeklini almış ve 15. ve 16. yüzyılda yazıya geçirilmiştir. Hikayelerin yazarı belli değildir. Dede Korkut hikayeleri on iki hikaye ile bir önsözden oluşmaktadır. Desten geleneğinden halk öykücülüğüne geçiş dönemi ürünleridir. Hikayelerde olaylar nesir, kahramanların duygu ve düşünceleri nazımla dile getirilmiştir. Arı bir dil kullanılmış, olağanüstü olaylar yer verilmiştir Türkçenin canlı ve doğal anlatım güzelliğini gösteren hikayelerde ses tekrarları da sıkça yer almaktadır. Dede Korkut hikayelerinin tek ve tam nüshası Almanya’da Dresden Kütüphanesi’ndedir. DİVAN EDEBİYATI DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ GAZEL Özellikle aşk, güzellik ve içki konusunda yazılmış belirli biçimdeki şiirlere denir. Beyit sayısı genellikle 5-9 arasında değişir. Gazelin ilk beyti mutlaka kendi arasında uyaklı ilk beyte “matla”, son beyte ise “makta” adı verilir. Bir gazelin en güzel beytine “beyt-ül gazel”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “mahlas beyti” denir. Beyitleri arasında anlam birliği bulunan gazele “yek-âhenk”, aynı güç ve güzellikte beyitlerden oluşan gazele de “yek-âvâz” gazel adı verilir. KASİDE Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla belirli kurallar içinde yazılan uzun şiirlerdir. En az 33, en çok 99 beyitten oluşur. Kasidenin en güzel beytine “beyt-ül kaside”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “taç-beyt” adı verilir. MESNEVİ Her beyti kendi içinde uyaklı uzun nazım anlamda Divan edebiyatında manzum hikayelerin yazıldığı bir biçim olarak da tanımlayabiliriz. Mevlânâ’nın ünlü tasavvufi mesnevisi beyitten oluşmuştur. Mesneviler aşk, dini ve tasavvufi, ahlaki-öğretici, savaş ve kahramanlık, bir şehri ve şehrin güzelliklerini anlatma, mizah gibi türlü konularda yazılmıştır. Divan edebiyatında roman ve hikaye gibi türler olmadığı için mesneviler bir bakıma bu türlerin yerini tutmuşlardır. On bölümden şair tarafından yazılmış beş mesneviye “Hamse” adı verilir. Hamse sahibi olarak tanınmış önemli divan şairleri Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya, Nev’i-zâde Atâi’dir. KITA Yalnız ikinci ve dördüncü dizeleri birbiriyle uyaklı iki beyitlik nazım biçimidir. Beyitler arasında anlam birliği bulunur. Pek çok konuda yazılabilir. MÜSTEZAT Gazelin özel bir biçimine denir. Uzın dizelere kısa bir dize eklenerek yazılır. Uzun ve kısa dizeler gazel gibi kendi aralarında uyaklanırlar. Kısa dizelere “ziyade” adı verilir. BENTLERDE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ 1 RUBÂİ Dört dizelik ve kendine özgü ayrı ölçüsü olan bir nazım biçimidir. Konusu daha çok dünya görüşüne ve şairin felsefi düşüncelerine yöneliktir. Edebiyatımızda bu türün en başarılı son temsilcisi olarak Yahya Kemal gösterilmektedir. 2 TUYUĞ TUYUK Rubâi gibi dört dizelik bir nazım biçimidir. Edebiyatımızda en çok tuyuğ yazmış şair Kadı Burhanettin’dir. Bu biçim yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. Rubai, İran edebiyatından geçmedir. BİRDEN ÇOK DÖRTLÜKLER 1 MURABBA Dört dizelik kıtalardan oluşur. Bent sayısı 3-7 arasında değişir. Her konuda yazılır. 2 ŞARKI Genellikle aşk, içki, eğlence konularında yazılan dört dizelik nazım biçimidir. Biçim bakımından “murabba”ya benzer. Çoğunlukla bestelenmek için yazılır. Bu biçim de tuyuğ gibi yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. “Şarkı” biçiminin yaratıcısı ve en güçlü şairi Nedim’dir. NOT Divan edebiyatında üçlü ya da daha çok mısralı bentlerden meydana gelmiş nazım şekillerinin genel adı MUSAMMAT’tır. Yani dört dizeden oluaşn murabba, şarkı gibi biçimlerin; beş dizeden oluşan tahmis, taştir, tardiyye gibi biçimlerin ya da altı veya daha çok dizeden oluşan biçimlerin tümünün üst başlığı MUSAMMAT’tır. TERKİB-İ BENT Bentlerle kurulan bir nazım biçimidir. Her bent, sayısı 5-10 arasında değişen beyitlerden oluşur. Bendin son beytine “vasıta beyti” denir. Terkib-i bentte vasıta beyti her beytin sonunda değişir ve vasıta beyti mutlaka kendi içinde uyaklı olur. Terkib-i bentlerde genellikle talihten ve hayattan şikayetler, dini, tasavvufi, felsefi düşünceler anlatılmış, toplumsal yergi niteliğinde eleştirilere yer verilmiştir. TERCİ-İ BENT Biçim bakımından terkib-i bente benzer ; ancak vasıta beyti her bendin sonunda değişmez ve aynen tekrarlanır. Konularında daha çok Tanrının gücü, evrenin sonsuzluğu, doğanın ve yaşamın karşıtlıkları vardır. DİVAN EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ TEVHİT VE MÜNACÂT Tanrının birliğini ve yüceliğini anlatan şiirlere tevhit, Tanrıya yapılan yalvarış ve yakarışları anlatan şiirlere de münacât denir. Daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır. NAAT Hz. Muhammed’i övmek için yazılan şiirlere denir. Bunlar da daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır. MERSİYE Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan üzüntü ve acıyı anlatmak için yazılan şiirlerdir. Genellikle terkib-i bent biçimiyle yazılmıştır. Bu türün, Eski Türk Edebiyatı’ndaki adı sagu, Halk Edebiyatı’ndaki adı ise ağıttır. METHİYE Bir kimseyi övmek için yazılan şiirlerdir. Bunlar da genellikle kaside biçiminde yazılmıştır. HİCVİYE Bir kimseyi yermek için yazılan şiirlerdir. FAHRİYE Şairlerin kendilerini övmek amacıyla yazdıkları şiirlerdir. NOT Divan edebiyatında bir şairin şiirine, başka bir şair tarafından aynı ölçü, uyak ve redifle yazılan benzerine “Nazire” denir. Bu, nazire yazan şairin diğer şaire karşı duyduğu saygı ve beğeniden ileri gelmektedir. Edebiyatımızda bu türde de pek çok ürün verilmiştir. DİVAN EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ Nazım birimi genellikle beyittir ve cümle beyitte tamamlanır. Beyit, cümleye egemendir. Nazım ölçüsü “aruz”dur. Dili Arapça, Farsça, Türkçe karışımı olan Osmanlıca’dır. Şiirlerde tam ve zengin uyak kullanılmıştır. Şiirlerin konuyu içeren başlıkları olmadığı için nazım biçimlerine göre adlandırılmışlardır. Klişe bir edebiyattır. Duygu ve düşünceler değişmez sözlerle Mazmun anlatılır. Anlatılan şey değil, anlatış biçimi ön plandadır. Soyut bir edebiyattır. İnsan ve doğa gerçekte olduğundan farklı ele alınmıştır. Aydın zümrenin edebiyatıdır. Medrese kültürü hakimdir. Genellikle saraya ve çevresine seslenir. Sanatlara bolca yer verilmiş, sanat yapmak amaç durumuna gelmiştir. Ulusal bir edebiyat olmayıp dinin etkisiyle şekillenmiştir. Arap ve İran edebiyatının etkisi çok fazladır. Şiirde daha çok aşk, sevgili, içki, din ve kadercilik gibi konular işlenmiştir. Nazım ön planda tutulmuş, nesre pek az yer verilmiştir. Nesir alanında tezkireler edebiyat tarihi görevini gören biyografik eser, münşeatlar mektuplar, tarihler, dini metinler ve nasihatnamelere de rastlanmaktadır. Bunlarda da sanat yapma amacı ön plandadır. gelişmeye başlamış 16. ve 17. yüzyıllarda en olgun dönemini yaşamış, sonlarına kadar sürmüştür. DİVAN EDEBİYATININ ÖNEMLİ ŞAİR VE YAZARLARI HOCA DEHHANİ 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır. MEVLANA yaşamıştır. Birkaç Türkçe beyit dışında, tüm şiirlerini Farsça ile yazan ünlü tasavvuf şairidir. Oğlu Sultan Veled de tasavvufi konuları işleyen bir şair olarak bilinir. Mesnevi, Divan-ı Kebir, Mektubat, tanınmış eserleridir. ALİ ŞİR NEVÂİ Çağatay lehçesinin en güzel örneklerini veren şair 15. yüzyılda yaşamıştır. Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserinde Türkçe’nin Farsça’dan daha üstün bir dil olduğunu savunmuştur. Hamsesi vardır. Anadolu dışında Türkçe şiir yazan ilk şairdir. ŞEYHİ15. yüzyılda yaşamıştır. “Harnâme” adlı eseri edebiyatımızda ilk fabl türü eser olarak bilinmektedir. Mesnevi alanında başarılı olmuştur. SÜLEYMAN ÇELEBİ 15. yüzyılda yaşamıştır. Hz. Muhammed için yazdığı Vesilet-ün-Necat mevlit adlı mesnevisiyle tanınmış bir şairdir. İslam edebiyatında Hz. Muhammed’in hayatını anlatan eserlere SİYER denir. FUZÛLİ 16. yüzyılın en güçlü şairlerindendir. Arapça, Farsça, Türkçe divanı olan tek şairdir. Eserlerini Azeri lehçesiyle yazmıştır. Divan edebiyatının en lirik şairi olarak kabul edilmektedir. Ona göre yaşamın anlamı acı çekmekle özdeştir. Platonik bir aşk arayışı vardır. Din dışı konularda yazmakla birlikte tasavvuftan da etkilendiği bilinmektedir. Kendisine bağlanan maaşı almasında güçlük çıkaran memurları şikayet etmek için yazdığı “Şikayetnâme” adlı mektubu edebiyatımızdaki en ünlü yergilerden biridir. Divanlarından başka bir naat olan “Su” kasidesi, Leyla vü Mecnun mesnevisi, Peygamber ailesini anlattığı Hadikat-üs-Süeda’sı Şah İsmail ile IIBayezid’i karşılaştırdığı Beng ü Bâde’si ve tıp bilgisini sergilediği Sıhhat ve Maraz’ı en tanınmış eserleridir. BÂKİ 16. yüzyıl şairlerindendir. Döneminde “şairler sultanı” olarak tanınmış ve saratın bütün olanaklarından yararlanmıştır. İyi bir medrese eğitimi gördüğü bilinmektedir. Dünya nimetlerinin hepsinden yararlanma anlayışındadır. Kanuni’nin ölümü üzerine yazdığı mersiyesi çok tanınmıştır. Divanı vardır. NÂBİ 17. yüzyıl şairlerindendir. Divan edebiyatında didaktik şiirler yazmasıyla bir yenilik olarak kabul edilmektedir. Din, töreler ve sosyal yaşamla ilgili öğütler verir. Nâbi’nin Divan’ından başka Hayriye, Hayrâbâd adlı iki didaktik eseri, gezi notlarını içine alan Tuhfet-ül Harameyn’i ve Münşeat adlı eserleri vardır. NEFİ 17. yüzyıl şairlerindendir. Edebiyatımızdaki en ünlü kaside şairi olarak bilinir. Övgülerindeki ve yergilerindeki aşırılıklarıyla ünlüdür. Yazdığı hicviyelerindeki aşırılık boğdurulmasına neden olmuştur. Hayal gücü çok zengin olan Nefi’nin somut benzetmelerden yararlanması da belirgin bir özelliğidir. Türkçe ve Farsça divanı olan Nefi’nin ayrıca hicviyelerini topladığı Sihamı-ı Kaza adlı bir eseri de vardır. NEDİM şairlerinden olan Nedim, Lale Devri’nin şairi olarak bilinir. Eserlerinde aşk, içki, zevk ve sefayı işler. “Mahallileşme akımı”nın önderi olan şairin Halk edebiyatından da etkilendiği bilinmektedir. Şiirlerinde halkın ağzından alınma deyimler olduğu gibi, halkın konuşma diline de oldukça yaklaşmıştır. Samimi ve içten bir söyleyişi olan Nedim, şarkılarıyla tanınmıştır. Divan şiirindeki klişeleri mazmunları bir ölçüde yıkmış olan şairin Divan’ı vardır. ŞEYH GALİP Divan edebiyatının yaşamış son büyük şairidir. Galatasaray Mevlevihanesinde şeyhlik yapmıştır. Nabi’nin “Hayrâbâd”ına nazire olarak ve Mevlânâ’nın mesnevisinden etkilenerek yazdığı “Hüsn-ü Aşk” adlı meşhur mesnevisinde, tasvvuf konusundaki düşüncelerini ortaya koyar. Bu eserinde allegorik sembolik bir anlatım kullanan şair hayal gücünden ve masal ögelerinden de yararlanmıştır. EVLİYA ÇELEBİ Edebiyatımızda gezi türünün ilk örneklerini veren yazar, usta bir gözlemcidir. Elli yıllık bir süre içinde gezdiği yerleri konuşma diline yakın bir dille anlatmıştır. Anlatımında abartılı olmakla birlikte, Divan nesrinin kalıplarını da kırmıştır. 10 ciltlik “Seyahatnâme” adlı eseri çok tanınmıştır. NOT Divan edebiyatının nesir yazarı olarak tanınan diğer önemli yazarları şunlardır SİNAN PAŞA Tazarrunâme adlı süslü nesri ile tanınır. MERCİMEK AHMET Farsça’dan çevirdiği Kabusnâme adlı eseriyle tanınır. NAİMÂ Kendi adıyla anılan “Naima Tarihi” adlı tarih eserinin yazarıdır. KATİP ÇELEBİ Batılıların Hacı Kalfa dedikleri yazar ve düşünürdür. Arapça, Farsça, Fransızca, Latine bilen yazarın tarih, coğrafya, matematik konularında yazılmış eserleri vardır. TASAVVUF FELSEFESİ Tanrı nedir? Evrenin oluşu nasıldır? Biz neyiz? Niçin geldik dünyaya? Yaşamımızın anlamı, var olmanın aslı, gerçek, başlangıç ve son nelerdir? Bu ve bunun gibi fizik ötesi sorulara cevap vermeye çalışan düşünüş yoluna “Tasavvuf” düşüncesi denir. [Vahdet-i Vücut Varlığın Birliği Teorisi]. Bu düşünüşe göre Tanrı tek varlıktır. Vücud-i Mutlak. Aynı zamanda tek güzelliktir Hüsn-i Mutlak. Tek varlık olan Tanrı kendisini görecek gözler, sevecek gönüller istemiş ve kainat olarak tecelli etmiştir. Bu tıpkı aynayla kaplı bir odada olmak gibidir. Ayna varlığın çeşitli görüntülerini yansıtır. O halde, evren ve tüm insanlar Tanrı’nın bir görüntüsüdür. Öyleyse insanlar arasında renk, inanç, dil, ırk…gibi ayrımlar yapmak anlamsızdır. Bütün görüntülerde “Varlık” ve “Yokluk” ögeleri bir aradadır. İnsan dünyaya bağlı tutku ve zevklerini yok ederek “Varlık” ögesini geliştirir. Bunun yolu da tekkelerden tarikatlar geçer. Burada insan sıkı bir eğitimle dünya nimetlerinden vazgeçerse, sonunda özü olan Tanrı’ya kavuşabilir. Bu da gerçek aşktır. İnsanların birbirlerine duyacakları aşk ise mecazdır. Bu, kişiyi Tanrı’dan uzaklaştırır. “Bir hırka, bir lokma” insana yetmelidir. Tekkelerde bu yolla Tanrı’ya ulaşan insan sonunda “Enel Hak” “Ben Tanrı’yım” derecesine varır. Bu kişilere “İnsan-ı Kâmil” ya da “Ermiş” denir. DİVAN EDEBİYATINDA DÜZ YAZI Divan, şiire ağırlık veren bir edebiyattır. Düzyazı, ancak bilimsel çalışmalarda, tarihlerde, kimi sanatsal metinlerde ve gezi türü eserlerde kullanılmıştır. Divan Edebiyatı’nda düzyazılar, yazılış amacı ve dil tutumu dikkate alınarak üçe ayrılır Sanatlısüslü Düzyazı Söz ustalığı göstermek amacıyla yazılır. Sinan Paşa’nın Tazarru’at adlı eseri, bu türün en tanınmış örneğidir. Sanatlı düzyazıya inşa denir Orta Düzyazı Yer yer ağır ve süslü, yer yer sade bir dille yazılan düzyazılardır. Genellikle tarih kitaplarında bu düzyazı türü görülür. Osmanlılar zamanında tarihçilik,”vakanüvis” adı altında yürütülen bir tür memurluktu. Sarayda görevlendirilen vakanüvisler, önemli önemsiz her olayı günü gününe notlar halinde yazarlardı. Bu eserler, olay anlatımına dayalı olduğundan, bilimsel tarih anlayışıyla bağdaşmaz. Divan döneminin başlıca tarihçileri arasında Aşıkpaşazade ,Ali, Ebülgazi Bahadır Han,Naima, Peçevi, Mütercim Asım sayılabilir. Sade Düzyazı Dil ve anlatım ustalığının değil, ele alınan konunun önem taşıdığı düzyazı türüdür. Bu anlayış nedeniyle, sade düzyazılarda ustaca söz söyleme çabası görülmez; dil açık, yalın, doğaldır. Bu düzyazı türünü kullananlardan başlıcaları şunlardır Mercimek Ahmet , Katip Çelebi, Evliya Çelebi EseriSeyahatname. HALK EDEBİYATI Halk Edebiyatı, sözlü edebiyatın uzantısıdır. Halkın yarattığı sözlü eserlerden oluşur. Dil., biçim, konular, duyarlıklar bakımından halk kültürüne sıkı sıkıya bağlıdır. HALK EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ İslamiyetten önceki edebiyatımızın İslam uygarlığı içindeki biçimidir. Bir anlamda sözlü edebiyat dönemimizin gelişmiş biçimi olarak düşünebiliriz. Halk edebiyatı ürünleri yazılı değildir. Müzik eşliğinde sözlü olarak oluşur. Divan edebiyatında olduğu gibi şiir yine egemen türdür. Şiirlerde başlık yoktur, biçimiyle adlandırılır. Nazım birimi dörtlüktür. Ölçü, hece ölçüsüdür, En çok yedili, sekizli, onbirli kalıplar kullanılmıştır. Şiirlere genel olarak yarım uyak hakimdir. Dil halkın konuştuğu günlük konuşma dilidir. Halk edebiyatı gözleme dayalıdır. Benzetmeler somut kavramlardan yararlanılarak yapılır. Söyledikleri her şey gerçek yaşamdan alınmadır. Özellikle 18. yüzyıldan itibaren halk şairleri, divan şairlerinden etkilenerek aruzun belirli kalıplarıyla şiirler yazmayı denemişlerdir. Hatta divan şiirinin mazmunlarını da kullanmışlardır. Bu durumun ortaya çıkmasında halk şairlerinin, aydınlar ve divan şairlerince hor görülmelerinin, değersiz ve güçsüz sayılmalarının etkisi de vardır. Halk şiirinde “mâni” ve “koşma” tipi olarak iki ana biçim vardır. Aslında az sayıda olan öteki biçimler bu iki ana biçimden çıkmıştır. Dizelerin kümelenişi, dizelerin hece sayısı ve uyak düzeni bakımından özellik gösterenler “biçim”, biçimi ne olursa olsun konu bakımından benzerlerinden ayrılanlar da tür adı altında toplanmıştır. Anonim Halk Şiiri Nazım Biçimleri MÂNİ Halk şiirinde en küçük nazım biçimidir. Yedi heceli dört dizeden oluşur. Uyak düzeni aaxa şeklindedir. Birinci ve üçüncü dizeleri serbest, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı mâniler de vardır xaxa. Mânilerin ilk iki dizesi uyağı doldurmak ya da temel düşünceye bir giriş yapmak için söylenir. Temel duygu ve düşünce son dizede ortaya çıkar. Başlıca konusu aşk olmakla birlikte bunun dışında türlü konularda da yazılabilir. Le beni eyle beni İpek yorgan düreyim Elekten ele beni Aç koynuna gireyim Alacaksan al artık Açıldıkça ört beni Düşürme dile beni Var olduğun bileyim Birinci dizesi yedi heceden az olan mâniler de vardır. Dizeleri cinaslı uyaklarla kurulduğu için böyle mânilere “Cinaslı Mâni” ya da “Kesik Mâni” denir. Bugün al Sürüne Yârim giymiş bugün al Madem çoban değilsin Şâd edersen bugün et Ardındaki sürü ne Can alırsan bugün al Ben bir körpe kuzuyum Al kat beni sürüne Beni böyle yandıran Sürüm sürüm sürüne TÜRKÜ Türlü ezgilerle söylenen anonim halk şiiri nazım biçimidir. Söyleyeni belli türküler de vardır. Halk edebiyatının en zengin alanıdır. Anadolu halkı bütün acılarını ve sevinçlerini türkülerle dile getirmiştir. Türkü iki bölümden oluşur. Birinci bölüm asıl sözlerin bulunduğu bölümdür ki buna “bent” adı verilir. İkinci bölüm ise bentlerin sonunda yinelenen nakarattır. Bu bölüme “bağlama” ya da “kavuştak” denir. Türküler, genellikle yedili, sekizli, onbirli hece kalıplarıyla yazılmıştır. Konuları çok değişik olabilir. Ninniler de bu gruptandır. Söğüdün yaprağı narindir narin İçerim yanıyor dışarım serin bent Zeynep’i bu hafta ettiler gelin Zeynebim Zeynebim anlı Zeynebim Üç köyün içinde şanlı Zeynebim nakarat Âşık Edebiyatı Nazım Biçimleri KOŞMA Halk edebiyatında en çok kullanılan biçimdir. Genellikle hece ölçüsünün onbirli 6+5 ya da 4+4+3 kalıbıyla yazılır. Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Şair koşmanın son dörtlüğünde adını ya da mahlasını söyler. Uyak düzeni genellikle şöyle olur baba – ccca – ddda… Eğer benim ile gitmek dilersen Eğlen güzel yaz olsun da gidelim Bizim iller kıraçlıdır aşılmaz Yollar çamu kurusun da gidelim …… …… ….. Karac’oğlan der ki buna ne fayda Hiç rağbet kalmadı yoksula bayda Bu ayda olmazsa gelecek ayda Onbir ayın birisinde gidelim DESTAN Dört dizeli bentlerden oluşan, oldukça uzun bir nazım biçimidir. Kimi destanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır. Genellikle hece ölçüsünün onbirli kalıbıyla yazılır. Uyak düzeni koşma gibidir. baba – ccca – ddda Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler. Konuları bakımından destanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizahi….gibi gruplanadırabiliriz. Esnaf Destanı …………………………….. Nalbant oldum kırdım nalın çoğunu Bir katır nalladım dinle oyunu Meğer acemiymiş bilmem huyunu Çenemi teptirdim nalın sökerken Manav oldum elma armut tez çürür Cambaz oldum ip üstünde kim yürür Kasap oldum her gün gözüm kan görür Yüreğim bayıldı kana bakaraken Ben bu sanatları bir bir dolaştım Tekrar gelip şairliğe bulaştım Kâmili mürşidin eline düştüm Tekke-i aşk içre çile çekerken. SEMÂİ Hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla yazılır 4+4 duraklı ya da duraksız. Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Semâilerin kendine özgü bir ezgisi vardır ve bu ezgiyle okunur. Uyak düzeni koşma gibidir baba – ccca – ddda Semâilerde daja çok sevgi, doğa, güzellik gibi konular işlenir. İncecikten bir kar yağar Karac’oğlan eğmelerin Tozar Elif Elif diye Gönül sevmez değmelerin Dedil gönül abdal olmuş İliklemiş düğmelerin Gezer Elif Elif diye Çözer Elif Elif diye. VARSAĞI Güney Anadolu bölgesinde yaşayan Varsak Türklerinin özel bir ezgiyle söyledikleri türkülerden gelişmiş bir biçimdir. Dörtlük sayısı ve uyak düzeni “Semâi” gibidir. Varsağılar yiğitçe, mertçe bir üslupla söylenir. Bu da dörtlüklerin içindeki “bre” “hey” “behey” gibi ünlemlerle sağlanır. Halk edebiyatında en çok varsağı söylemiş şair Karacaoğlan’dır. Bre ağalar bre beyler Behey elâ gözlü dilber Ölmeden bir dem sürelim Vaktin geçer demedim mi Gözümüze kara toprak Harami olmuş gözlerin Dolmadan bir dem sürelim Beller keser demedim mi Karacoğlan TÜRKÜ Hece ölçüsünün türlü kalıplarıyla söylenen ezgili, anonim şiirlerdir. Bazen de kime ait olduğu bilinen şiirler, türkü formlarıyla söylenir. Türkülerde genellikle iki bölüm bulunur. Birincisi, şiirin iskeletini oluşturan “asıl bölüm” ; ikincisi “kavuştak”tır. Kavuştaklar, asıl bölümlerin arasına gelerek onları birbirine bağlar. ÂŞIK EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ Âşık edebiaytı nazım türleri genellikle koşma ve semâi biçimiyle yazılır. Bu türler koşma ve semâilerden konuları bakımından ayrılır. GÜZELLEME Doğa güzelliklerini anlatmak ya da kadın, at gibi sevilen varlıkları övmek için yazılan şiirlerdir. Dinleyin ağalar medhin eyleyim Yokuşa yukarı kekli sekişli Elma yanaklımın kara kaşlımın İnişe aşağı tavşan büküşlü O gül yüzlerine kurban olayım Düşmanın görünce şahin bakışlı Dal gerdanlımın da sırma saçlımın Kuğuya benziyor boynu kıratın Noksani Köroğlu TAŞLAMA Bir kimseyi yermek ya da toplumun bozuk yönlerini eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir. Ormanda büyüyen adam azgını Çarşıda pazarda insan beğenmez Medres kaçkını softa bozgunu Selam vermek için kesan beğenmez Kazak Abdal KOÇAKLAMA Coşkun ve yiğitçe bir üslupla savaş ve dövüşleri anlatan şiirlerdir. Köroğluyum medhim merde yeğine Koç yiğit değişmez cengi düğüne Sere serpe gider düşman önüne Ölümü karşılar meydan içinde AĞIT Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan acıları anlatmak amacıyla söylenen şiirlerdir Anonim halk şiiri ürünü olan ağıtlar da vardır. Civan da canına böyle kıyar mı Hasta başın taş yastığa koyar mı Ergen kıza beyaz bezler uyar mı Al giy allı balam şalların hani Hıfzi MUAMMA Kapalı bir biçimde anlatılan bir olayın ya da bilginin okuyucu tarafından anlaşılmasını, bunlarla ilgili soruların cevaplandırılmasını isteyen bir tür manzum bilmecedir. NASİHAT Bir şey öğretmek,bir düşüncenin yayılmasına çalışmak gibi amaçlarla söylenen didaktik şiirlerdir. NOT “Destan, ilahi, nefes ve deme”, hem birer nazım biçimi, hem de tür olarak değerlendirilir. HALK ŞAİRLERİNİN GRUPLANDIRILMASI Halk şairleri, halk şiirinin yerleşmiş kurallarına bağlı kalmakla birlikte, türlü kültürel nedenlerle dil, anlatım, ölçü kullanımı bakımından farklı yönelişler içine girebilmektedirler. Ayrıca yaşadıkları çevre de onların sanat anlayışlarını farklılaştıran bir etmen olarak karşımızı çıkmaktadır. Halk şairlerini, işte bu gibi noktaları dikkate alarak şöyle ayırıyoruz GÖÇEBEGEZGİN ŞAİRLER Bir yere bağlı kalmadan gezerler. Genellikle eğitim görmedikleri için, Divan Edebiyatı’ndan etkilenmezler. Dilleri sadedir. Hece ölçüsüne bağlıdırlar. Geleneksel şiir anlayışını sürdürürler. YENİÇERİ ŞAİRLER Osmanlılar zamanında askerlik, hayat boyu süren bir meslekti. Orduda görev arasında şairler yetişmiştir. Bunlar, katıldıkları savaşlarla ilgili yiğitlik şiirleriyle dikkati çekerler. Dil, anlatım, ölçü bakımından, göçebe şairler gibi geleneksel şiir anlayışına bağlıdırlar. KÖYLÜ ŞAİRLER Hayatları köylerde, kasabalarda geçer. Büyük kentlerle ilgileri olmadığı için, kent kültüründen, Divan Edebiyatı’ndan etkilenmeden, halk şiiri geleneklerine bağlı kalmışlardır. KENTLİ ŞAİRLER Genellikle Divan Edebiyatı’nın etkisinde kalırlar. Hem Halk, hem de Divan Edebiyatı tarzında şiirler söylerler. Dillerinde Arapça ve Farsça sözcüklerin oranı yüksektir. Hece ölçüsüyle birlikte aruza da yer verirler. TASAVVUF TEKKE ŞAİRLERİ Tekkelerde yetiştikleri, din ve tasavvuf konusunda eğitim gördükleri için, dilleri, göçebe, yeniçeri ve köylü şairlere göre bazen daha ağırdır. Zaman zaman Divan Edebiyatı’nın dil, anlatım, biçim, ölçü özelliklerini taşıyan şiirler söylerler. Örneğin Yunus Emre bile, aruz ölçüsü ve mesnevi düzeniyle Risaletü’n-Nushiyye adlı bir eser vermiştir. HALK ÖYKÜLERİ Halk öyküleri, destanların zamanla biçim ve öz değişimine uğramaları sonunda ortaya çıkmış sözlü eserlerdir. Anonimdir. Başlıca türleri şunlardır DESTAN ÖYKÜLER Destanlardaki olağanüstülük gibi bazı özellikleri koruyan halk öyküleridir Doğu Anadolu’da ortaya çıkan Dede Korkut Öyküleri ile Köroğlu Öyküsü, bu türün tanınmış örnekleridir. AŞK ÖYKÜLERİ İki sevgilinin aşkını, bunların kavuşmasını önleyen engellerle mücadelesini anlatan öyküler olup en tanınmışları Kerem ile Aslı, Emrah ile Selvi, Asuman ile Zeycan ,Aşık DİNİ ÖYKÜLER İslamiyet’in yayılmasına katkıları olan kişilerin hayatlarını ve mücadelelerini temel alan öykülerdir .Hz. Ali’nin savaşlarını anlatan Kan Kalesi Cengi, Hayber Kalesi Cengi; Anadolu’da İslamiyet’in yayılması için mücadele eden komutanların savaşlarını anlatan Battal Gazi Öyküsü, Dnişment Gazi Öyküsü gibi sözlü, anonim eserler, bu türün örnekleri arasında yer alır. TEKKE EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ Din ve tasavvufla ilgili kavrami duygu, düşünce, ilke ve kuralları halka yaymak amacıyla bir tarikata bağlı şairlerce yazılan şiirlerdir. İLAHİ Din ve tasavvuf konularının işlendiği şiirlere “ilahi” denir. Tanrıyı övmek, ona yalvarmak için yazılan şiirlerdir. Özel bir ezgiyle okunur. Koşma gibi uyaklanan ilahilerde 4-4 duraklı 8’li ölçü kullanılır. Cennet cennet dedikleri Birkaç köşkle birkaç huri İsteyene ver sen anı Bana seni gerek seni Yunus Emre NEFES Bektaşi şairlerinin yazdıkları tasavvufi şiirlere denir. Nefeslerde genellikle Hz. Muhammet ve Hz. Ali için de övgüler bulunur. Pir Sultan Abdal şâhımız Hakk’a ulaşır yolumuz On iki imam katarımız Uyamazsın demedim mi Aleviler, bu türde yazılmış olan şiirlere “DEME” adını verirler. İlahi, nefes ve demeler, bestelenerek söylenir. ŞATHİYÂT-I SOFİYÂNE İnançlardan alaylı bir dille söz eder gibi yazılan şiirlerdir. Görünüşte saçma sanılan bu sözlerin, yorumlandığında tasavvufla ilgili türlü kavramlara değindiği anlaşılır. Bu tür şiirlere genellikle Bektaşi şairlerinde rastlanır. Medrese hocalarına göre bu şathiyeler küfür sayılır. Yücelerden yüce gördüm Erbabsın sen koca Tanrı Âlem okur kelâm ile Sen okursun hece Tanrı Asi kullar yaratmışsın Varsın şöyle dursun deyü Anları koymuş orada Sen çıkmışsın uca Tanrı Kaygusuz Abdal yaradan Gel içegör şu cür’adan Kaldır perdeyi aradan Gezelim bilece Tanrı NOT Manzum olmayan Anonim Halk Edebiyatı ürünleri de vardır. Bunları masallar, halk öyküleri Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber, Battal Gazi, Hz. Ali Cenkleri………, bilmeceler, atasözleri, deyimler, Karagöz ve ortaoyunları şeklinde sıralayabiliriz. HALK EDEBİYATININ ÖNEMLİ ŞAİRLERİ YUNUS EMRE Tasavvuf düşüncesini benimseyen şair Tanrı aşkını ve insan sevgisini dile getirmiştir. Tekke edebiaytının en lirik şairidir. Halkın konuştuğu Türkçeyi bir edebiyat dili haline getirmiştir. Yalın ve içten bir söyleyişi vardır. Zaman zaman aruz ölçüsüyle ve divan edebiyatı anlayışıyla da şiirler yazmıştır. Tüm insanların eşit ve kardeş olduğuna inanmış; dil, din, ırk ayrımı yapılmasına karşı çıkmıştır. Türkçe divan sahibi ilk şairdir. Ayrıca Risaletü’n-Nushiyye adlı öğretici bir mesnevisi vardır. HACI BAYRAM VELİ ikinci yarısıyla XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış bir tasavvuf şairidir. Bayramiyye tarikatını kurmuştur. Yunus Emre etkisinde sade bir dil ve lirik bir anlatımla dile getirdiği şiirlerinden yalnızca birkaç tanesi bilinmektedir. KAYGUSUZ ABDAL Softa görüşle alay eden özgür düşünceli bir Bektaşi şairidir. Hem heceyle hem de aruzla yazılmış şiirleri vardır. PİR SULTAN ABDAL Alevi-Bektaşi şiir geleneğinin en ünlü şairidir. Dinsel inançların etkili olduğu bir ayaklanmanın önderliğini yapmış, asılarak öldürülmüştür. Şiirini bir araç olarak kullanmasına rağmen kuru bir öğreticiliğe düşmemiş, şiirini duygu yönünden de beslemiştir. KÖROĞLU Çoğunlukla koçaklama türünde örnekler vermiş coşkulu şiirler söylemiştir. Bolu Beyi’yle olan mücadelesi efsaneleşen şair, halkın gönlünde yerini almıştır. KARACAOĞLAN Din dışı konularda yazmış, yaşama sevinci, insan ve doğa sevgisini dile getirmiştir. Âşık edebiyatının duygu yönünden en zengin ve güçlü şairidir.. Hayatı hakkında kesin bilgilere sahip olmadığımız Karacaoğlan’ın XVI ya da XVII . yüzyılda Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayıp dolaştığı sanılmaktadır. Şair Toroslar’da, Türkmen boyları arasında yetişmiş; göçebe bir şair olarak Anadolu içinde ve dışında gezmiştir. Geleneksel şiirin dil, anlatım, ölçü anlayışından ayrılmadan aşk, doğa, ölüm, ayrılık gibi temaları işlemiştir;özellikle koşma ve semai biçimlerinde büyük başarı kazanmıştır. GEVHERİ Aruz ölçüsünü de sıkça kullanan Kırımlı bir halk ozanıdır. DERTLİ Toplumsal yergi içerikli, softalığı, yobazlığı eleştiren şiirleriyle tanınan Bolu’lu bir halk ozanıdır. DADALOĞLU Çukurova yöresinde yetişen halk şairlerindendir. Türkmen boylarının yerleşik hayata geçirilmesi için 1865’te yöreye yollanan Fırka-i İslahiye adlı Osmanlı ordusuyla Türkmenler arasındaki çatışmalara katılmış, bu olayları yiğitçe bir eda ile koçaklamalarına yansıtmıştır. Ayrıca aşk ve doğadan söz eden şiirleri de başarılıdır. Şiirlerini temiz bir halk diliyle ve hece ölçüsü ile yazmıştır. ÂŞIK VEYSEL XX. yüzyıl halk şairidir. Şarkışla’da doğup büyümüş, Cumhuriyetin onuncu yılında Ankara’ya gelerek şiirlerini okumuş, bundan sonra ünü yayılmaya başlamıştır. Çocukluğunda geçirdiği çiçek hastalığıyla gözünü kaybeden şair; genellikle gezgin bir hayat sürmüş ; kent kent dolaşarak aşktan, doğadan , kardeşlikten, birlikten, barış içinde yaşamaktan ve insanı insan yapan erdemlerden bahseden şiirlerini saz eşliğinde söylemiş; bu içeriğin halka yakın düşmesi , ona kitlesel bir sevginin doğmasına yol açmıştır. Tasavvuf felsefesinin kazandırdığı hoşgörü anlayışı, şiirinin temellerinden biridir. Şiirlerini Deyişler, Sazımdan Sesler adlı iki kitapta toplamıştır. Son olarak tüm şiirlerini , Ümit Yaşar Oğuzcan tarafından Dostlar Beni Hatırlasın adıyla yayımlanmıştır. EDEBİ SANATLAR ANLAM SANATLARI TEŞBİH BENZETME Aralarında türlü yönlerden benzerlik ilgisi bulunan iki şeyden, benzerlik bakımından güçsüz durumda olanı daha üstün olana benzetmektir. Dört ögesi vardır. Benzeyen, kendisine benzetilen, benzetme yönü, benzetme edatı. Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik. Benzeyen benzetilen benzetme benzetme Edatı yönü Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan Benzetilen benzetme benzetme Edatı yönü Askerlerimiz aslan gibi kuvvetlidir. Benzeyen benzetilen benzetme benzetme Edatı yönü A TEŞBİH-İ BELİĞ GÜZEL BENZETME Sadece benzeyen ve benzetilen ögelerle yapılan benzetmedir. Benzetme yönü ve benzetme edatı kullanılmaz. Gürz ayaklı Kalkan elli Sancaktar olduğu Sancak tutuşundan belli Divan edebiyatındaki mazmunların çoğo teşbih-i beliği sanatına örnektir. Servi boy, elma yanak, gonca ağız, kiraz dudak………. B YAYGIN BENZETME Benzeyenle benzetilen arasındaki birden çok özelliklerin sıralnmasıyla yapılan benzetmedir. Aşağıdaki örnekte “vatan” bir çınara benzetilmiştir. ÇINAR Hani bir gün seninle Topkapı’dan Geliyorduk; yol üstü bir meydan Bir çınar gördük; Enli, boylu, vakur Bir ağaç; hiç eğilmemiş, mağrur Koca bir gövde, belki altı asır Belki ondan da fazla dalgın, ağır Kaygısız bir ömür sürüp gelmiş; Öyle serpilmiş, öyle yükselmiş, ……………………. Tevfik Fikret 2 İSTİARE EĞRETİLEME Benzetme sanatının temel ögelerinden benzeyen ve benzetilenden sadece birinin kullanılmasıyla yapılan benzetmeye denir. Diğer bir deyişle, bir şeyi kendi adının dışında türlü yönlerden benzediği başka bir şeyin adıyla anma sanatıdır. Bu bakımdan istiare hem bir benzetme hem de mecaz sanatıdır. A AÇIK İSTİARE Benzetme ögelerinden yalnızca benzetilenle yapılan istiaredir. “Aslanlarımız düşmanı denize döktüler” “Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor. Bir hilâl uğruna ya Rab ne güneşler batıyor”. Yukarıdaki örneklerde altı çizili sözcüklerde, askerlerimizle, “aslan” ve “güneş” arasında birer benzetme yapılmıştır. Burada benzeyen benzetme bakımından zayıf olan öge, yani askerler söylenmemiş, kendisinebenzetilen benzetme bakımından güçlü olan öge, yani aslan ve güneş söylendiğine göre bu benzetmeler “açık istiare”dir. B KAPALI İSTİARE Benzetme ögelerinden sadece benzeyenin bulunduğu kendisine benzetilenin bulunmadığı benzetme sanatına “kapalı istiare” denir. “Askerlerimiz, kükreyerek düşmana saldırdı”. Yukarıdaki örnekte askerler, aslana benzetilmiştir. Güçlü olan öge yani aslan benzetilensöylenmemiş, sadece benzeyen söylenmiş olduğundan bu benzetme bir “kapalı istiare”dir. Kişileştirme sanatının bulunduğu her dizede kapalı istiare de vardır. Kıyı takmış yaprağını gülünü Mahzun hudutların ötesinde akan sular Boynu bükük adalar, tanıyorsanki bizi. C YAYGIN İSTİARE Benzetmenin temel ögelerinden yalnız biriyle, çok sayıda benzerlikleri sıralayarak yapılan istiaredir. Örneğin Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi” adlı şiirinde “ruh” söylenmemiş benzeyen, Benzetilen yani “gemi” söylenmiştir. 3 MECAZ Bir sözü gerçek anlamının dışında kullanma sanatıdır. Aşkın aldı benden beni Bana seni gerek seni Ben yanarım dün ü günü Bana seni gerek seni Yunus Emre Yukarıdaki dörtlükte “yanmak”, aşağıdaki dörtlükte de “deynek” sözcüğü mecaz sanatına örnektir. Anavarza at oynağı Kana bulanmış gömleği Kıyman a zalimler kıyman Kör karının bir deyneği 4 MECAZ-I MÜRSEL MÜRSEL MECAZ Bir sözün benzetme amacı gütmeden gerçek anlamının dışında başka bir sözün ya da kavramın yerine kullanılmasıdır. Kavramlar arasında benzetmenin dışında, gerçek veya mecazlı anlamlar arasında parça-bütün, özel-genel, neden-sonuş…..gibi ilgiler bulunur. Anadolu, hepimize hınç ve şüpheyle bakıyor. Anadoluda yaşayanlar Çankaya, bu gelişmelere sessiz kalamazdı. Cumhurbaşkanlığı makamı O, beyaz perdenin en güzel sanatçısıdır. Sinema Çatma, kurban olayım çehreni ay nazlı hilâl. Türk bayrağı Sobayı yaktınız mı? Odun/kömür O, ülkemizin en güçlü raketlerinden biridir. Tenis oyuncusu Siz, hiç Yaşar Kemal’i okudunuz mu? Eserleri Son günlerde Vivaldi dinliyorum. Eserleri Gökten bereket yağıyor. Yağmur 5 KİNAYE Bir sözü hem gerçek hem de mecaz anlamda kullanma sanatıdır. Ey benim sarı tanburam Ben toprak oldum yoluna Sen ne için inilersin Sen aşırı gözetirsin İçim oyuk derdim büyük Şu karşıma göğüs geren Ben onun’çün inilerim Taş bağırlı dağlar mısın? Pir Sultan Yunus Emre Yukarıdaki dörtlüklerde altı çizili sözcükler hem gerçek hem de mecaz anlamlarını düşündürecek şekilde kullanılmıştır. 6 TEVRİYE İki ya da daha çok anlamı olan bir sözün yakın ve uzak anlamlarını birlikte kastetme sanatıdır. Bana Tahir Efendi kelp demiş İltifatı bu sözde zâhirdir. Mâliki mezhebim benim zirâ İtikadımca kelp tâhirdir. Tahir 1 Özel isim;2 Temiz Kelp Köpek 7 TARİZ Söylenen sözün ya da kavramın gerçek ve mecazlı anlamı dışında büsbütün tersini kastetmektir. Genelliklebir kişiyi ya da durumu iğnelemek, alaya almak için yapılır. Bir yetim görünce döktür dişini Bozmaya çabala halkın işini Günde yüz adamın vur kır dişini Bir yaralı sarmak için yeltenme Huzuri 8 TEŞHİS VE İNTAK KİŞİLEŞTİRME VE KONUŞTURMA İnsana özgü niteliklerin başka varlıklara aktarılmasına, onlara kişilik kazandırılmasına “teşhis”; onların konuşturulmasına da “intak” denir. İntak sanatının bulunduğu her yerde teşhis sanatı da vardır. Toros dağlarının üstüne Batı isteyü haktan ayrıldım Ay un eledi bütün gece Boynuz umdum kulaktan ayrıldım. Hârname, Şeyhi Masallar ve fabller, teşhis ve intak sanatına an çok rastlanan türlerdir. Kurnaz tilki sesini yumuşatarak, ona Dedi ki ”Kardeşciğim artık dostuz; Müjde getirdim sana in de öpüşelim; Barış oldu hayvanlar arasında.” 9 TENASÜP UYGUNLUK Bir dize, beyit ya da dörtlük içinde anlamca birbiriyle ilgili sözcükleri birarada kullanma sanatıdır. Lâleyi sümbülü, gülü hâr almış. Zevk u şevk ehlini âh u zâr almış. Bu beyitte lâle, sümbül, gül, hâr diken arasında ayrıca zevk, şevk ve âh, zâr sözcükleri arasında tenasüp sanatı vardır. 10 LEFF Ü NEŞR Genellikle bir beyit içinde birinci dizede en az iki şey söyleyip, ikinci dizede bunlarla ilgili benzerlik ve karşılıkları verme sanatıdır. Bâran değil, şafak değil, ebr-i seher değil Gözyaşıdır, ciğer kanıdır, dâd-ı ah’tır. Bu dizelerde bârana yağmur karşılık olarak gözyaşı, şafağa güneşe batarkenki kızıllık karşılık olarak ciğer kanı, ebr-i seher’e sabah bulutu karşılık olarak dud-ı ah ah’ın dumanı verilmiştir. Bağ-ı dehrin hem baharın hem hazanın görmüşüz. Bir neşatın da gamın da rüzgarın görmüşüz. 11 TECAHÜL-İ ARİF Bilinen bir gerçeği bir nükteye dayanarak bilmiyormuş gibi söylemektir. Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım Kurbanın olam var mı benim bunda günahım Nahifi Ey şuh Nedima ile bir seyrin işittik Tenhaca varıp Göksu’ya işret var içinde Nedim Yukarıdaki dizelerde şairler kendi yaşadıkları olayları bilmiyormuş gibi sorarak tecahül-i arif sanatı yapmışlardır. 12 HÜSN-İ TALİL GÜZEL NEDENE BAĞLAMA Herhangi bir gerçek olayın meydana gelmesini hayali ve güzel bir nedene bu nedenin kesin bir yargıya dayanması gerekir. Hüsn-i talil’de de tecâhül-i arif’te olduğu gibi gerçek bir nedeni bilmezlikten gelme gibi bir durum vardır. Hüsn-i talil’i, tecâhül-i ariften ayıran yön, gerçek bir olayın hayali nedene bağlanmasıdır. “Güzel şeyler düşünelim diye yemyeşil oldu ağaçlar” İlkbaharda doğanın uyanması, ağaçların yapraklanması gibi gerçek bir olay, hayali bir nedenle açıklanmış. “Güller ki yüzünün renginden utandıkları için kızardılar”. Niçin sık sıkbakarsın öyle mirat-ı mücellâya Meğer sen dahi kendi hüsnüne hayran mısın kâfir Nedim Mirat-ı mücellâ Parlak ayna 13 MÜBALAĞA ABARTMA Bir sözün etkisini güçlendirmek amacıyla bir şeyi ya olamayacağı bir biçimde anlatmak ya da olduğundan pek çok veya pek az göstermektir. Alem sele gitti gözüm yaşından. Söyle nâz uykusuna varmış o yâr ey Bâki Ki cihan halki figan eylese bidâr olmaz. Merkez-i hâke atsalar da bizi Kürre-i arzı patlatır çıkarız. Namık Kemal Yerkürenin merkezine de atsalar bizi, yerküreyi parçalar yine dışarı çıkarız. 14 TEZAT KARŞITLIK Birbirine karşıt düşüncelerin, kavramların, duyguların bir arada kullanılmasıdır. Ne siyah eylemiş bu nasiyeyi Saçımı bembeyaz eden bahtım. Abdülhak Hamit Nasiye alın Ne efsun-kâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten Namık Kemal Ey özgürlük ne kadar büyüleyiciymişsin, tutsaklıktan kurtulduk ama bu kez de senin tutsağın olduk. 15 TEKRİR Sözün etksini güçlendirmek amacıyla anlamın üzerinde yoğunlaştığı sözcük ya da söz öbeklerini arka arkaya yinelemektir. Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. Necip Fazıl Büyüksün ilahi büyüksün büyük Büyüklük yanında kalır pek küçük Ali Haydar Bey 16 NİDA SESLENME Şairin çok duygulanması ve heyecanlanması sonucunu doğuran olayları ve varlıkları gözönüne getirip “ey, hey” gibi ünlemlerle onlara seslenmesidir. Ey köhne Bizans, ey koca fertut-i musahhir Ey bin kocadan arta kalan bive-i bâkir. Sis, Tevfik Fikret 17 İSTİFHAM Yanıt alma amacı gütmeden, duyguyu ve anlamı güçlendirmek için, anlatılmak istenenlerin soru biçiminde anlatılmasıdır. Beni candan usandırdı cefadan yâr usanmaz mı Felekler yandı ahımdan muradım şemi yanmaz mı Fuzuli Kim söylemiş beni Süheyla’ya vurulmuşum diye? Kim görmüş ama kim, Eleni’yi öptüğümü, Yüksek kaldırım’da güpegündüz? Melahat’i almışım da sonra Alemdar’a gitmişim, öyle mi? Onu sonra anlatırım, fakat Kimin bacağını sıkmışım tramvayda? Orhan Veli 18 TELMİH HATIRLATMA Söz arasında herkesçe bilinen geçmişteki bir olaya, ünlü bir kişiye bir inanca ya da yaygın bir atasözüne işaret etmek, onu anımsatmaktır. Telmih edilen şey uzun uzadıya açıklanmaz, bir iki sözcükle anımsatılır. Gökyüzünde İsâ ile Tur dağında Musâ ile Elindeki asâ ile Çağırayım Mevlam seni Yunus Emre Birinci dizede “Hz. İsa’nın göğe çıktığı inancı”na, ikinci dizede “Hz. Musa’nın Tur-ı Sinâ dağında Tanrı ile konuşması” olayına ve üçüncü dizede de yine “Hz. Musa’nın yere atınca yılan olan asasıyla gösterdiği mucizelere” telmih vardır. SÖZ SANATLARI 19 CİNAS Söyleniş ve yazılışları bir, anlamları farklı sözcükleri sesteş, eşsesli bir arada kullanma sanatıdır. Aynı zamanda bir uyak türüdür. Kısmetindir gezdiren yer yer seni Göğe çıksan âkıbet yer yer seni. İbni Kemal Her nefeste eyledik yüz bin günah Bir günaha etmedik hiç bir gün ah Lâedri 20 ALLİTERASYON Aynı ses ya da hecelerin bir ahenk yaratmak amacıyla tekrarlanmasıdır. Dest-busi arzusıyle ölürsem dostlar “S” Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su Fuzuli Kara pulat uz kılıcım tartmayınca Kara börklü koca başın kesmeyince Alca kanın yer yüzüne tökmeyince Karındaşım Kayan kanın almayınca Komazım………. Dede Korkut 21 SECİ Nesirde yapılan kafiyeye “seci” denir. “İlahi her neyi gülzâr ettinse anı ittim. İlahi elime her ne sundunsa anı tattım. İlahi gönlüm oduna ne yaktınsa o tüter. İlahi vücudum bahçesine ne diktinse o biter.” Sinan Paşa EK SEHL-İ MÜMTENİ Söylenmesi kolay göründüğü halde, benzerinin yazılması veya söylenmesi çok güç olan sözlere ya da yazılara denir. Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm Yunus Emre Şair bütün tasavvuf felsefesini, az sözle çok güçlü bir şekilde ifade etmiştir. BATI EDEBİYATI VE BATI EDEBİYATINDAKİ SANAT AKIMLARI ESKİ YUNAN VE LATİN EDEBİYATI Batı edebiaytının kaynağı Eski Yunan ve Latin edebiyatlarıdır. yüzyıldan 2. yüzyıla kadar süren Eski Yunan edebiyatının ana kaynağı da Homeros’un İlyada ve Odise destanlarıdır. Eski Yunan edebiyatı didaktik türde HESİODOS; lirik türde SAPHO, PİNDAROS; fabl türünde AİSOPOS gibi şairleri yetiştirdikten sonra yüzyılda “altın çağı”nı yaşamıştır. Bu devrin önemli sanatçıları şunlardır Tragedya’da AİSKHYLOS Agamemnon, SOPHOKLES Kral Oidipus, Elektra, EURİPİDES Andromak, Elektra Komedya’da ARİSTOPHANES, MENANDROS Hitabet alanında DEMOSTHENES Felsefe alanında SOKRATES, EFLATUN, ARİSTOTELES Tarih alanında HERODOTOS sonra Eski Yunan edebiyatı yerini Latin edebiyatına bırakır. Latin edebiyatı Eski Yunan kültür ve sanatının etkisinde gelişen bir edebiyattır. Bu dönemin önemli sanatçıları şunlardır Tragedya’da ENNİUS Komedya’da PLAUTUS, TERENTİUS Şiirde HORATİUS Lirik şair, OVİDİUS Lirik şair, VERGİLİUS Destan şairi Hitabet alanında ÇİÇERO Nutuklar Felsefe alanında SENECA Tarih alanında TACİTES Eski Yunan ve Latin edebiyatlarının mitoloji ile süslenmiş ürünlerinde doğa güzellikleriyle birlikte “gerçek insanı” buluruz. Bu ürünlerde insanların sevgileri, acıları, yiğitlikleri, kinleri…..yer alır. Bu sevgiler, yiğitlikler, kinler ve acılar da “yazgılarında” dönüp dolaşarak “İNSANCILIK” Hümanizm ve “ERDEMLİ OLMA” düşüncesinde birleşirler. yüzyılda Batı Roma İmparatorluğunun yıkılmasından sonra, Avrupa’da, kadar sanat ve kültür alanında “öbür dünya” düşüncesinin egemen olduğu ölü bir dönem başlamıştır. sonra kilise ve din görüşünü her şeyin üstünde tutan , kişinin yaşam ve düşünce özgürlüğünü kısıtlayan, edebiyatta ve sanatta “öbür dünya” düşüncesini egemen kılan “ORTA ÇAĞ” başlar. Bu çağda görülen doğa ve dinle ilgili yiğitlik öyküleri, halk ozanlarının aşk ve yiğitlik konularında söyledikleri “BALATLAR” ve ulusal destanlar dönemin başlıca edebiyat verimleri arasındadır. Orta çağın büyük ozanı Rönesans’ın da hazırlayıcılarından olan ve “İlahi Komedya” adlı eseriyle tanınan DANTE’dir. Batı edebiyatında yenileşme, bilim ve sanatta “YENİDEN DOĞUŞ” anlamına gelen “RÖNESANS”la başlar sonu, 15. ve 16. yüzyıllar. Rönesans’la halk ve devlet ilişkileri yeniden düzenlenmiş, kralların ve derebeylerin dine dayalı sınırsız güçleri kırılmış, kişinin insance ve özgür yaşama isteği gerçekleşme yoluna girmiştir. Böylece uluslar edebiyatla, bu gerçeklere dayanan “insanca” düşünceleri yayarak, kilise dili olan Latince’nin yerine kendi ulusal dilleri ile güçlü yapıtlar ortaya koymaya başlamışlardır. Bu dönemin ünlü sanatçıları şunlardır Şiirde RONSARD Romanda RABELAİS, CERVANTES Don Kişot Deneme alanında MONTAIGNE, BACON Tiyatro alanında SHAKESPEARE [Hamlet, Macbeth, Othello, Kral Lear, Romeo ve Juliet Dramları, Venedik Taciri, Hırçın Kız, Yanlışlıklar Komedyası…….Komedileri] Rönesans, ortalarına doğru “Klasisizm” akımının doğmasına yol açmış, böylece Batı Edebiyatı birbirine tepki olarak ortaya çıkan akımların etkisinde 20. yüzyıla kadar gelişimini sürdürmüştür. BATI EDEBİYATINDA AKIMLAR KLASİSİZM yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan bir akımdır. BOILEAU bu akımın kurucusu olarak kabul edilir. Klasikler Eski Yunan ve Latin edebiyatını bilgi ve esin kaynağı olarak benimsemişlerdir. Temel olarak şu ilkelere dayanır Sanat, “insan tabiatına” önem vermeli ona sevgi ve saygı duymalıdır. Klasik bir eser “akıl” ve “sağduyu”ya dayanmalıdır. Eser, “dil”, “anlatım” ve “şekil” de en olguna varmaya çalışmalıdır. Klasikler, insanların her zaman, her yerde, her toplumda aynı duygu ve düşüncede olduklarını kabul ederler. Onun için eserlerinde değişmez tipler yaratırlar. Klasisizmde fiziksel ve sosyal çevre önemli değildir; çünkü bunlar değişkendir. Bu akımda, sanatta mükemmeli bulmak esastır. Mükemmeli bulmak ise konunun seçilişinde değil, onun ele alınıp anlatılışındadır. Onun için anadili en güzel biçimde kullanmak da esas olmalıdır. Böylece klasikler günlük konuşma dilinden farklı kitabi bir dil kullanmışlardır. Sanatta sıkı kuralların bulunması ve sanatçıların bunlara uyması gerektiğine inanan klasikler, “üç birlik” kuralının doğmasına neden olmuşlardır Yer, zaman ve eylem birliği Eserlerinin kahramanlarını hep soylu tabakadan seçen klasikler, eserlerinde kaba ve çirkin sözlere de yer vermezler. “Ahlaka uygunluk” ilkesine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Yapıtlarının etkileyici olmasını , hoşa gitmesini, tarih biliminden ayrılabilmesini ve din dışı konulara eğilmesini temel ilke olarak kabul etmişlerdir. Edebiyat türü olarak daha çok tiyatroyu, tiyatro türü olarak da trajedi ve komediyi benimsemişlerdir. Başlıca temsilcileri Boileau şiir La Fontaine fabl Racine, Corneille trajedi Moliere komedi Madame de La Fayette roman La Bruyere karakterleriyle Bossuet hitabet “Klasisizm, geçici rağbeti değil, sürekli rağbeti arar”. Andre Gide. TÜRK EDEBİYATINDA KLASİSİZM Türk edebiyatı Batı’ya açıldığında klasisizm dönemini tamamlamıştır. Bu nedenle edebiyatımızda klasisizmin önemli bir etkisi olmamıştır. Şinasi’nin “Şair Evlenmesi”adlı komedisi, La Fontaine’den yaptığı çeviriler ve Ahmet Vefik Paşa’nın Moliere’den çevirileri, bu anlayışın ürünleri olarak sıralanabilir. ROMANTİZM COŞUMCULUK 1830’lu yıllarda klasisizme tepki olarak doğmuştur. Victor Hugo’nun “Hernani” adlı oyunuyla bir edebiyat akımı olarak başarıya ulaşmıştır. 1789’da fransız İhtilali’yle birlikte derebeylik ve aristokrasi çökmüş; yeni bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Buna bağlı olarak romantizm, yeni duygu, düşünce ve idealleri anlatmayı amaçlamış, sanatın ve sanatçının kurallardan kurtulup özgürleşmesini savunmuştur. Avrupa’da o zamana kadar süregelen Latin ve Yunan hayranlğı yerini Shakespeare, Goethe ve Schiller hayranlığına bırakmıştır. Klasik öğretinin bütün kuralları yıkılmış, Latin ve Yunan edebiyatları yerine Hristiyanlık mucizeleri, milli efsanler işlenmiş; konular ya tarihten ya da günlük olaylardan çıkarılmıştır. Tabiat manzaralarının, yerli ve yabancı törelerin betimlenmesine geniş yer verilmiş, insan psikolojisinin soyut olarak incelenmesi bırakılarak, insanlar çevrelerinde incelenmiş, insanın islâhından önce toplumun ıslâhı amacı ön plana alınmıştır. Klasik edebiyatın akıl ve sağduyuya önem vermesine karşılık, romantizmde hayal ve fanteziye geniş yer verilmiştir. Yazarlar eserlerinde kişiliklerini gizlememişler, olaylar karşısında duygu ve görüşlerini açıkça anlatmışlardır. Romantik şiirde, doğa sevgisi; bireycilik; Ortaçağa, yabancı ülkelere, Doğu’ya hayranlık; toplumsal geleneklere isyan; duygulara, doğaüstü güçlere, rüyalara, ihtiraslara bağlılık dikkat çeker. Zıtlıkların uyumunu ilke olarak benimseyen romantikler hayatı güzel, çirkin… bütün yönleriyle vermeye çalışırlar. Klasiklerin önemsediği din duygusuna geniş yer veren romantiklerin kahramanlarının çoğu dindardır. Din, her şeyin gelip geçici olduğunu söylediği için de kahramanlar , genellikle kuşkulu, üzüntülü ve karamsardırlar. Edebiyat dilindeki kalıplaşmış kelimeler yerine, günlük konuşma dilini kullanmayı benimseyen romantikler, her sınıftan insanı da eserlerine konu olarak almışlardır. Genel olanın yerine özeli, tipin yerine gözalıcı olanı seçmişlerdir. Aşk, ölüm, tabiat en belli başlı konular olarak dikkat çeker. Bu akımda oyun türlerinden dram, edebiyat türlerinden de roman gelişmiştir. Başlıca temsilcileri Victor Hugo Sefiller. Notre Dame’in Kamburu, Cromwell, Hernani……. Rousseau Emile, İtiraflar, Toplum Sözleşmesi Goethe Faust Lamartine Greziella Dumas Pere Üç Silahşörler, Monte Kristo Kontu Dumas Fils Kamelyalı Kadınýý Alfrede de Musset şiirleriyle Schiller “Haydutlar” adlı dramı ve denemeleriyle Lord Byron Don Juan, diğer şiirleriyle Chateaubrian Puşkin Shakespeare Stendhal Romantizmden realizme geçmiştir Balzac Romantizmden realizme geçmiştir “Romantizm, ağlayan yıldız, inleyen rüzgar, ürperen gece, kendinden geçen çiçektir”. Musset “Romanitzm, varlıkların olduklarından başka türlü olmadığına, olmayacağına üzülmektir”. Gide TÜRK EDEBİYATINDA ROMANTİZM Tanzimat edebiyatı dönemindeki ürünlerin çoğunluğu romantik akımın etkisiyle kaleme alınmıştır. Namık Kemal roman ve tiyatrolarıyla Ahmet Mithat, ilk romanlarıyla Recaizade Mahmut Ekrem, şiirleriyle Abdülhak Hamit, tiyatrolarıyla REALİZM GERÇEKÇİLİK yüzyılın ikinci yarısında romantizmin aşırı duygusallığına tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır. 1857 yılında Gustave Flaubert’in “Madame Bovary” adlı romanıyla, realizmin, romantizm karşısındaüstünlük sağladığı kabul edilmektedir. Realizmde, duygu ve hayaller yerini, toplum ve insan gerçeklerine bırakır. Konular gerçekten alınır. Yaşanan ve gözlenen gerçek bütün çıplaklığıyla anlatılır. Bunun sağlanması için gerektiğinde anket gibi bazı sanat dışı yöntemlere bile başvurulmuştur. Bu akımda, gerçeğin anlatılması için kişilerin psikolojileri, onların kişiliklerini etkileyen çevrelerinin tanıtımı, içinde bulundukları ortam ayrıntılarıyla verilir. Onun için de betimleme, realist yazarlarda en önemli anlatım biçimi olarak dikkat çeker. Yalnızca yaşananın anlatılmasına yönelen gerçekçiler, olaylar ve kişiler karşısında tarafsız davranırlar. Eserlerine kendi duygu, düşünce ve yorumlarını katmazlar. Yine, gerçek hayatın anlatılması esas olduğu için eserlerinde toplumun sıradan insanlarına rastlanır. Eserlerinde daha çok yaşamın olağan olaylarına yöneldikleri için çok basit bir konu bile ele alınıp işlenir. Gerçekçi yazarların okuyucuyu eğitme gibi bir amaçları yoktur. Gözlem, araştırma ve belgelere dayanarak, yaşananı nesnel bir şekilde aktarmayı amaçlarlar. Gerçekçi yazarlar, biçim güzelliğine çok önem vermişler, dilde ve anlatımda süsten, özentiden kaçınmışlardır. Başlıca temsilcileri Stendhal Kırmız ve Siyah, Parma Manastırı Balzac Goriot Baba, Vadideki Zambak, Eugenie Grandet Flaubert Madame Bovary Lev Tolstoy Savaş ve Barış, Diriliş, Anna Karenina Dostoyevski Suç ve Ceza Çehov Vanya Dayı, Vişne Bahçesi Şolohov Ve Durgun Akardı Don Hemingway Çanlar Kimin İçin Çalıyor Gazap Üzümleri Herman Melville Moby Dick Charles Dickens Oliver Twist, David Copperfield Gogol Müfettiş, Ölü Canlar Turganyev Babalar ve Oğullar Çocukluğum, Benim Üniversitelerim, Ekmeğimi Kazanırken “Roman dediğin, bir uzun yol üzerinde dolaştırılan bir aynadır. Bir bakarsın göklerin maviliğini, bir bakarsın yolun irili ufaklı çukurlarında birikmiş çamuru görürsün. Sonra da kalkıp heybesinde bu aynayı taşıyanı ahlaksızlıkla mı suçlayacaksınız? Aynası çamuru gösteriyor diye aynaya kabahat bulmak olur mu? Böyle çamurlu çukura bulunan yola, daha doğrusu suyun akmasını, kokmasını, çamur çukurları meydana getirmesini önlemeyen temizlik müfettişine …” Henri TÜRK EDEBİYATINDA REALİZM Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası Samipaşazade Sezai Zehra Nabizade Nazım Kara Bibik Halit Ziya Uşaklıgil Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kiralık Konak, Yaban…… Memduh Şevket Esendal Ayaşlı ve Kiracıları Reaşat Nuri Güntekin Romanlarıyla Refik Halit Karay Romanları ve hikayeleriyle Sait Faik Abasıyanık Roman ve hikayeleriyle NATÜRALİZM DOĞALCILIK sonlarına doğru Fransa’da ortaya çıkan natüralizm, bir anlamda realizmin bir üst basamağı gerçeğe yaklaşmadaki katılığı nedeniyle olarak düşünülebilir. Natüralizmi, realizmden ayıran nokta onun deney yöntemine de yer vermesidir. Deney yöntemi, doğa olaylarında aynı nedenler, aynı koşullar altında aynı sonuçları doğurur düşüncesidir Determinizm. Natüralistler bu anlayışın tabiatta olduğu gibi insan yaşamı için de geçerli olduğunu yaklaşımla pozitif bilimlerle sanatı birleştirmeye çalışmışlardır. İnsanın fizyolojik özellikleri üzerinde durmuş; insanı ırsiyet soyaçekim ve genetik özellikleriyle ele almışlardır. Ayrıca sosyal çevrenin insan üzerinde yaptığı etkileri de derinlemesine araştırmışlar, bir anlamda kendilerini bilim adamı, toplumu laboratuvar, insanı da deneme, inceleme aracı olarak ele almışlardır. Natüralist yazarlar insanı belli koşulların içinde ele alır, onun duygu ve düşünce dünyasını, yetiştiği doğal ve toplumsal çevrenin etkisi doğrultusunda çizerler. Onların eserlerinde insan kendi yazgısını biçimlendirici, çevre üzerinde değiştirici bir güç taşımaz. Toplumsal nedenleri bir yana bırakmışlar, yalnızca yaşananı “nesnel” bir biçimde aktarmakla yetinmişlerdir. Bu sebeple de onlara “zabıt katipleri” yakıştırması yapılmıştır. İnsan psikolojisiyle fizyolojisini birbirine bağlı kabul ettikleri için eserlerinde kahramanların fiziksel özelliklerini çok ayrıntılı olarak vermişlerdir. Buna bağlı olarak da betimleme, doğalcı eserlerin en önemli anlatım biçimi olarak dikkat çeker. Realistlerdeki biçim güzelliği, kompozisyon olgunluğu ve üslup kaygısı natüralistlerde yoktur. Ancak natüralistler de halkın kolayca anlayabileceği açık ve yalın bir dil kullanmışlardır. Tiyatroda, kostüm ve dekora önem veren natüralistlerin eserlerine genel olarak bir kötümserlik havası hakimdir. Başlıca temsilcileri Emile Zola Meyhane, Germiznal, Nana, Toprak….. Alphonse Daudet Guy de Maupassant Goncourt Kardeşler “Roman anlatılmış ve tabiattan çıkartılmış belgelerle vücuda getirilmelidir. Tarihçiler, mazinin hikayecileri, romancılar da halin hikayecileridir”. Goncourt Kardeşler TÜRK EDEBİYATINDA NATÜRALİZM Bizim edebiayıtımızda doğalcılık anlayışına en çok yaklaşarak eser veren sanatçı Hüseyin Rahmi Gürpınar’dır. Ancak eserlerinde sosyal eleştiriye yer vermesi onu natüralistlerden ayıran önemli bir noktadır. PARNASİZM Fransa’da şiir türünde ortaya çıkmış bir akımdır. Şiirdeki gerçekçilik diyebileceğimiz parnasizm, bir anlamda realizmle natüralizmin şiirdeki sentezinden oluşmuştur. 1886’da “Parnas” adlı derginin yayınlanmasıyla ortaya çıkmıştır Parnas Mitolojide ilham perilerinin yaşadığına inanılan efsanevi dağın adı. Parnasyenler şiiri salt biçim olarak görürler. Bu nedenle biçim güzelliğini her şeyin üstünde tutarlar. Yine aynı nedenlerle ölçü ve uyağa çok önem vermişler, ritmi ön plana çıkarmışlardır. Sözcüklerin birarada kullanılmasından doğacak müziği de şiir için gerekli görmüşlerdir. Parnasizm, romantizme tepki olarak doğduğu için bu akımda duygunun yerini düşünceler almış, parnasyenler şiirde ayrıntılı ve nesnel betimlemelere yer vermişler, duygusallığı reddetmişlerdir. Şiiri, ışık, gölge, renk ve çizgilerle sağlamayı düşünürler. “Sanat, sanat içindir” görüşünde olan parnasyenler şiirde yarar değil, güzellik ararlar. Tarihteki mutlu dönemlere duyulan özlem, yabancı ülkelerin manzara ve gelenekleri işlenen konulardır. Parnasyenler Eski Yunan ve Altin mitolojisine büyük hayranlık duyarlar. Dolayısıyla ele alınan bazı konular klasisizmle benzerlikler taşır. Başlıca temsilcileri Th. Gautier Banville François Coppee de Heredia TÜRK EDEBİYATINDA PARNASİZM Bu akımın en belirgin etkileri Tevfik Fikret’te görülür. Kimi yönleriyle Yahya Kemal de bu akımdan izler taşır. SEMBOLİZM SİMGECİLİK ikinci yarısında parnasizme tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır. Parnasyenler insan duygularına, izlenimlere önem vermiyorlardı Onalr için önemli olan gerçekti, bu anlayışa karşı çıkmış, duygusallığa, insanın iç dünyasına yönelmişlerdir. Onalra göre somut varlıklar, dış dünya ile insanın duyuları arasında köprü kurmaya yarayan birer simgedir. Çünkü dış gerçek ancak insanın algılayış biçimiyle var olur. Yani insan onu nasıl algılıyorsa öyle değerlendirilir. Sembolistler, semboller aracılığıyla dış çevrenin insan üzerindeki etkilerini ve izlenimlerini anlatmışlardır. Şiiri sessiz bir şarkı olarak tanımlamışlar ve müziği şiirin amacı durumuna getirmişlerdir. Onlara göre şiir düşüncelere değil duygulara seslenmelidir; çünkü şiir bir şey anlatmak için yazılmaz. Şiirde anlam kapalı olmalıdır ve herkes kendince yorum getirebilmelidir. Sözcüğün anlam değerinden çok müzikal değeri önemlidir. Anlam kapanıklığı ve farklı çağrışımlar yaratabilme amacı, bol bol mecaz ve istiarelerin kullanılmasına yol açmış, dolayısıyla dil de ağırlaşmıştır. Gerçeklerden kaçma, hayale sığınma, çirkinlikleri hayal yardımıyla güzelleştirme, bunlara bağlı olarak ortaya çıkan karamsarlık, sembolizmin en belirgin özelliklerindendir. Durgun sular, ay ışığı, alacakaranlık, tan ağartısı, perdede gezinen gölgeler ve ölüm başlıca temalarıdır. Lirizm, bu anlayışın en önemli ögesi durumundadır. Parnasyenlerin genellikle “sone” nazım biçimini kullanmalarına karşın, sembolistler daha çok serbest nazım biçimlerine yönelmişlerdir. Başlıca temsilcileri Baudelaire Rimbaud Mallarme Verlaine Puşkin TÜRK EDEBİYATINDA SEMBOLİZM Bu anlayışın ilk uygulayıcısı Cenap Şahabettin’dir. Ancak bu akımın en başarılı örneklerini veren şairimiz Ahmet Haşim’dir. Kimi yönleriyle Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi şairler de bu akımın izlerini taşırlar. “Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil, ama duyulmak üzere oluşmuş müzik ile söz arasında, sözden çok müziğe yakın, ortalama bir dildir”. Ahmet Haşim Piyâle Önsözü EMPRESYONİZM İZLENİMCİLİK 1890-1910 yılları arasında Fransa’da gelişmiş; edebiyatta, resimde, müzikte etkisini sürdürmüş bir akımdır. Sembolizmle birlikte gerçeküstücülüğü sürrealizm hazırlayan bir akım niteliğindedir. Bu akımda dış dünya ile ilgili gözlemlerin, sanatçının iç dünyasında oluşan değişik ruhsal durumuna göre yansıtılması esas alınmıştır. Onlara göre duyularımız dış dünyayı bize olduğu gibi değil, onun gerçek görünüşünü değiştirerek ulaştırır. Bunun için de bizim anlattıklarımız dış dünya değil, bu dünyanın hayalimizle bezenmiş bizdeki izlenimleridir. “Seyreyledim eşkâl-i hayâtı Ben havz-ı hayâlin sularında, Bir aks-i mülevvendir onun’çün Arzın bana ahcâr ü nebâtı” Ahmet Haşim Mukaddime SÜRREALİZM GERÇEKÜSTÜCÜLÜK başlarında Andre Breton tarafından Freud’un görüşlerine psikanaliz yöntemi dayanılarak açılan bir sanat akımıdır. Gerçeküstücülüğün bilgi ve esin kaynağı olan Freud’a göre, insanoğlunun dış dünyasından edindiği alışkanlıklar, istekler bilinçaltında toplanır. Bu istekler düş rüya, yarı rüya durumunda çözülerek ortaya çıkar. Sürrealistler, Freud’un bu görüşünü edebiyata uygulamışlari bir anlamda bilinçaltının, bilinç alanına olan egemenliğini savunmuşlardır. Dolayısıyla içinden geldiği gibi yazmak bu akımın en belirgin özelliğidir. Akılcılığın karşısındadırlar, geleneksel ve biçime dayalı inanç ve değerleri düşünceden silmişlerdir. “Gerçeküstücülük, ister söz, ister yazı ile ya da başka bir yolla, düşüncenin gerçek işleyişini ortaya çıkarmak içim başvurulan, içinden geldiği gibi yazma yöntemidir. Bu, aklın denetimi olmaksızın rüyada olduğu gibi her türlü estetik ve ahlak kaygısı dışında düşüncenin yazılışıdır”. Andre Breton Bu akımın Batı’daki en önemli iki temsilcisi Andre Breton ve Paul Eluard’dır. Bizim edebiyatımızda Oran Veli Kanık’ın kimi şiirlerinde bu akımın izleri açıkça görülmektedir. YENİ TÜRK EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ 1 Lirik Şiir İçten gelen heyecanları coşkulu bir dille anlatan duygusal şiir türüdür. Divan edebiyatında özellikle gazeller, murabbalar; halk edebiyatında koşmalar, semailer lirik şiir türüne örnektir. Yeni Türk şiirinde lirik şiirler türlü biçimlerde yazılmıştır. 2 Pastoral Şiir Doğa güzelliklerini, orman, yayla, çoban yaşamını ve bunlara karşı duyulan özlemleri dile getiren şiirlerdir. Batı edebiyatında doğrudan doğruya doğa manzaralarını canlı bir biçimde anlatan şiirlere “idil”, karşılıklı konuşma biçiminde yazılan pastoral şiire de “eglog” denir. 3 Didaktik Şiir Belli bir konuda öğüt, bilgi vermek, ahlaki bir ders çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan duygu yönü zayıf şiir türüdür. Manzum hikayeler ve fabller de bu gruba girer. 4 Epik Şiir Konusu savaş, kahramanlık, yurt sevgisi olan ya da tarihsel bir olayı coşkulu bir anlatımla işleyen şiir türüdür. 5 Dramatik Şiir Olayları zaman sürecindeki gelişimiyle öyküleştiren şiir türüdür. Bu tür şiirlerde olaylar yazarın ağzından değil, şiirdeki kişiler tarafından gerçekleştirilir. Bir başka deyişle, olayın tiyatro biçiminde anlatılmasıdır. Yunan ve Latin edebiyatının ilk tiyaro örnekleri şiir biçiminde yazıldığı için bu şiirlere dramatik şiir denmiştirBir olayı dramatize etmek demek, oyunlaştırmak demektir. 6 Satirik Şiir Kişileri ya da toplumdaki aksaklıkları eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir. Divan edebiyatındaki hicviyeler ve halk edebiyatındaki taşlamalar bu gruptandır. YENİ TÜRK EDEBİYATINDA DÜZYAZI TÜRLERİ 1 Roman Yaşanmış ya da tasarlanmış uzun ve birbirine bağlı birçok olayı bir temel düşünce çevresinde toplayıp yer ve zaman bildirerek anlatan uzun yazı türüdür. 2 Öykü Hikaye Yaşamda olan veya olacak kanısı veren olayları bir ölçüyle anlatan yazı türüdür. Hikayelerin kişileri azdır. Bir tek olay anlatmak amacıyla yazılır, derin çözümlemelere girilmez. 3 Tiyatro Olayları, kişiler aracılığıyla sahnede oluş halinde gösteren yapıtlardır. Bir başka deyişle insan hayatını sahnede canlandırma sanatıdır. Tiyatro dini törenlerden doğmuş bir türdür. EDEBİYATIMIZDA “İLK”LER Edebiyatımızdaki ilk çeviri Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon’dan çevirdiği “Telemak”tır. Edebiyatımızdaki ilk roman Şemsettin Sami’nin “Taaşuk-ı Talat ve Fitnat” adlı romanıdır. Edebiyatımızdaki ilk gerçekçi roman Recaizade Ekrem’in “Araba Sevdası” adlı romanıdır. Edebiyatımızdaki ilk köy konulu gerçekçi roman Nabizade Nazım’ın “Kara Bibik” adlı romanıdır. Edebiyatımızdaki ilk tasvir ve tahlil ağırlıklı roman Namık Kemal’in “İntibah” adlı romanıdır. Edebiyatımızdaki ilk tiyatro eseri Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” adlı komedisidir. BATI ETKİSİNDE TÜRK EDEBİYATI 1850 yıllarından günümüze kadar sürer. Amacı, metod bakımından Batılı, öz ve ruh bakımından milli bir edebiyat yaratmaktır. Türk toplumundaki esaslı değişmeleri , fikir ve yenilik hareketlerini yansıtır. Üç döneme ayrılır. Edebiyatı 1860’ta tercüman-ı ahval gazetesinin yayımlanmasıyla başlar, 1896’ya kadar sürer. Sarsıntılar geçiren Osmanlı durumunu kurtarmak için, ordudan başlayarak ıslahat ve devrim hareketlerine girişiyordu . 3. Selim , 2. Mahmut , Abdülmecit dönemleri böyle geçmiştir. Bu ortamda Batıcı ve yenilikçi olan şair ve yazarlar, sanatlarını toplum için kullandılar. Fransız kültürüyle yetişmiş ,romantik ve ülkücüydüler. Divan şiirini yıkmaya çalıştılar. Çok yönlüydüler şair,romancı,tiyatro yazarı…vb. Sanattan çok,fikir ve ülkü peşindedirler; zulme,haksızlığa karşı savaş açarlar. Vatan ,millet,hürriyet,adalet,meşrutiyet kavramlarını heyecanla savunurlar. Daha geniş kitlelere seslenebilmek için ,dilde sadelik yanlısıdırlar. Hemen hepsi politikacı ve mücadele adamıdırlar. Tanzimat ikinci döneminde realizmin etkisi görülür. Şiirde konu birliğini sağladılar. Aruzla yazdılar. Düzyazı dilini şiire uyguladılar. Roman,hikaye,makale gibi türler,edebiyatımıza bu dönemde girdi. İlk Tanzimatçılar ,Divan şiirinin nazım biçimlerini kullandılar. TANZİMAT DÖNEMİ SANATÇILARI ŞİNASİ 1826-1871 1860’TA Tercüman-ı Ahval gazetesini çıkararak yeni bir edebiyatın önderi olan Şinasi, orta yetenekte bir şair olarak kabul edilir. Toplum için sanat anlayışını benimseyen sanatçı, dilin süs ve özentiden kurtulup sadeleşmesi için çalışmıştır. Basılan ilk tiyatro eserini yazan sanatçı, aynı zamanda edebiyatımızda hak, adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramları kullanan ilk kişidir. Edebiyatımızda akılcılığın ilk önderi sayılan Şinasi, noktalama işaretlerini edebiyatımıza kazandıran bir sanatçıdır. Eserleri Şair Evlenmesi tiyatro, Tercüme-i Manzume çeviri şiirler, Müntehabat-ı Eşar şiir, Durub-ı Emsal-i Osmaniye atasözleri. NAMIK KEMAL 1840-1888 İlk şiirlerini Divan şiirinin etkisiyle yazan sanatçı Şinasi’yle tanıştıktan sonra edebiyatın Batılılaşması gerektiğine inanır ve sonuna kadar da bu düşünceyi savunur. Daha çok hak, adalet, vatan, ahlk gibi temaları işler. İçerik olarak tamamen yeni olan şiirlerinde biçimsel olarak Divan edebiyatına bağlılık görülür. Hece ölçüsüyle denemeler yapmasına rağmen aruzu kullanmıştır. Tiyatroyu faydalı bir eğlence olarak kabul eden sanatçı, bu türde romantik dramların etkisindedir. Tiyatro eserlerinde teknik yönden yetersiz olan sanatçı kimi kez günlük konuşma dilini kullanır, kimi kez de süslü bir anlatıma başvurur. Romanlarında Batılı tekniğe uyma çabasındadır. Ancak tekniği sağlam değildir. Kahramanları romantizmin etkisiyle iyiler ve kötüler olmak üzere ayrılmıştır. Konuşma yerlerinde dil nispeten yalınken, betimlemelerde “sanatkârane”dir. Aynı zamanda gazeteci olan Namık Kemal mücadeleci bir kişiliğe sahiptir. Eserleri Romanları İntibah, Cezmi Oyunları Vatan yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Akif Bey, Gülnihal, Celalettin Harzemşah, Karabela Eleştirileri Tahrib-i Harâbât. Takip ZİYA PAŞA 1825-1880 Şiirleri içerik ve biçim açısından Divan edebiyatının özelliklerine uygunluk gösterir. Ancak hak, adalet, kanun gibi kavramları o da kullanmıştır. Batılılaşmada şiirlerinden çok düşünceleriyle önem taşır. Hece ölçüsüyle de denemeler yapmıştır. En ünlü eseri “Terkib-i Bent”idir. “Harâbât” adlı Divan şiiri antolojisinin önsözündeki düşünceleri nedeniyle Namık Kemal’in eleştirilerine hedef olmuştur. AHMET MİTHAT 1844-1912 Batılı roman ve hikaye tekniğiyle Türk halk hikayelerini uzlaştırmaya çalışan sanatçı halka seslenmeyi ve eserlerinde halkı eğitmeyi amaçlamıştır. Bu nedenle sık sık olayların akışını keserek okuyucuya seslenmiştir. Teknik bir kaygı gütmeyen sanatçı, dönemin en çok okunan yazarıdır. Halka okuma alışkanlığı kazandırma konusundaki başarısı herkesçe kabul edilir. Genel olarak romantizmin etkisindeki sanatçı hemen her türde eser vermiştir. Halka seslenmeyi amaçladığı için de nispeten daha sade ve yalın bir dil kullanmıştır. Kırktan fazla romanı, pek çok öyküsü ve tiyatro eseri olan sanatçının önemli eserleri şunlardır Romanları Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Felatun Bey’le Rakım Efendi, Yeryüzünde Bir Melek, Henüz On Yedi Yaşında….. Öyküleri Yeniçeriler, Letaif-i Rivayât seri hikayeler….. Oyunları Çerkez Özdenler, Çengi…. AHMET VEFİK PAŞA Milliyetçilik ve Türkçülük akımlarının ilk büyük temsilicisidir. Moliere komedilerinden yaptığı 16 çeviri ve uyarlamayla, Türk tiyatrosuna önemli hizmetler etti. Eserleri Lehçe-i Osmani, Şecere-i Türk, Moliere’den Zor Nikah, Meraki, Azarya, Zoraki Takip. RECAİZADE MAHMUT EKREM 1847-1914 “Güzel olan her şey şiirin konusu olabilir” ve “şiir ahlakla hizmet etmek zorunda değildir” düşüncesinde olan sanatçı daha çok aşk ve doğa konularını işler. Şiirlerinde romantizmin etkisinde olan Ekrem, yanlış batılılaşmayı ele aldığı “Araba Sevdası” adlı romanında realist bir tutum izlemeye çalışır. Sanatçının eski edebiyat taraftarlarıyla olan tartışmaları ünlüdür. Servet-i Fünuncuları bir araya toplayarak Servet-i Fünun hareketine önderlik etmiştir. Sanat için sanat anlayışına bağlı olan sanatçının dili yabancı sözcük ve tamlamalarla doludur. Eserleri Şiirleri Nijat Ekrem, Nağme-i Seher, Yadigâr-ı Şebab,Zemzeme I, II, III Oyunları Çok Bilen Çok Yanılır, Vuslat, Afife Anjelik Hikayeleri Muhsin Bey, Şemsâ Roman Araba Sevdası ABDÜLHAK HAMİT TARHAN 1892-1937 Edebiyatımızda “şair-i azam” olarak adlandırılan sanatçı eskiyi yıkan ihtilalci kişiliğiyle tanınmıştır. Sanat için sanat görüşünde olan Hamit, romantizmin etksindedir ve en çok ölüm konusunu işler. Oyunlarında tekniğe önem vermeyen sanatçı, bunları okumak için yazdığını söyler. Bunların bir kısmı manzum, bir kısmı düzyazıdır. Tiyatroda konunun yabancı toplumlardan alınması gerektiğini savunur. Edebiyatımızda “tezatlar şairi” olarak da anılan sanatçının önemli eserleri şunlardır Şiirleri Sahrai Belde veya Divaneliklerim, Makber, Ölü, Hacle, Garam, Validem, İlhamı Vatan….. Oyunları Macera-yı Aşk, Sabr ü Sebat, İçli Kız, Duhter-i Hindu, Tarık, Zeynep, Finten, İlhan, Turhan, Hakan

11 yüzyılda yapılan türk eserleri